İnsan kalbi günde 100.000 defadan fazla atar. Kalp işlevi kan pompalamak olan bir organdır. Kan görmek birçoğumuzu tedirgin eder. Kırmızı bir sıvıdan başka bir şey olmayan görünümü, inanılmaz karmaşık yapısıyla bir tezat halindedir. Vücudun tüm dokularının yaşamlarını sürdürebilmek için ihtiyaç duydukları bütün maddeler kanda vardır. Hastalıklara karşı en büyük silah olan kan, kendi kaybını önleyici önlemleri de almıştır.
Kan dolaşımını bir damarlar sistemiyle yapar. Kanı kalpten arterler alır sonra arterioller dediğimiz giderek küçülen damarlara sonunda mikroskop ile görülebilen ufak kılcal damarlara verir. Bu kılcal damarlar bir araya gelerek toplar damarcıkları, toplar damarcıklarda damarları oluştururlar. Damarlar kanı yeniden kalbe taşır. Dolaşım sisteminin gösterildiği çizimlerin çoğunda sadece kanı bir bölgeden bir başkasına taşıyan ana damarlar gösterilir. Bütün kılcal damarlar gösterilse vücut birbirine girmiş labirentlerden oluşan kırmızı bir blok olarak görülürdü. Vücuttaki kılcal damarları ucuca bağlamak mümkün olsa uzunlukları dünyanın etrafını tam iki kere dolaşırdı.
Vücudun bütün hücrelerinin yanında bir kılcal damar bulunur. Çünkü kandaki yaşatma gücü ancak bu kılcal damarlarla hücrelere geçebilir. Kılcal damarların cidarları kandaki bazı maddeleri dışarı verirken, bazılarını da içinde tutar. Dışarıya verilen maddeler kılcal damarın bulunduğu ortamda eksikliği duyulanlardır. Mesela bir ortamdaki oksijen miktarı kılcal damarın içindekinden azsa kılcal damar bu oksijenin gereken miktarını serbest bırakacaktır. Aynı zamanda bazı maddeler mesele atık maddelerde kılcal damarların cidarından geçerek içine girerler.
Kanın damar içinde akışını mikroskop aracılığı ile görmemiz mümkündür. Bu sırada kanın sadece kırmızı bir sıvı olmadığını akan bir doku olduğunu da fark ederiz. Plazma adını verdiğimiz bu sıvıda beyaz hücreler yani akyuvarlarla, kırmızı hücreler yani alyuvarları ve trombositleri görebiliriz. Bir damla kanda bu elemanlardan inanılmayacak kadar çok sayıda bulunur. 100 bin adet akyuvar, 6 milyon trombosit, 100 milyon alyuvarın bir damla kanda bulunması şaşırtıcı değil mi?
Kanın yarısından biraz fazlası plazmadır. Plazmanın 9/10 sudur. Plazmanın geriye kalan 1/10 ise onu dinamik, kompleks ve hayati önem taşıyan bir hale getiren bir sıvıdır. Plazmanın kimyası tuzun deniz suyun içinde erimiş hali gibi plazma suyunun içinde erimiştir. Aslında bu tuz plazmanın çok önemli bir parçasıdır. Vücudun yeterli bir miktarda su tutmasını sağlar. Plazmadaki protein vücudun çok hassas olan sıvı dengesini sağlar. Vücudu hastalıklara karşı korur ve kanın pıhtılaşmasını temin eder.
Plazmada hormonlarda vardır. Vücuttaki bazı bezler kana hormon salgılar. Hormonlar vücudun gelişmesini ve besinleri yakmasını temin eder. Yediğimiz besinler sindirildikten sonra plazmadaki dokulara geçer. Hücreler bu besinleri yenilenmek ve yeni hücreler üretmekte kullanırlar. Dişler, deri, kas, kemik, kısacası vücudun bütün parçaları plazmadan geçerek oluşur.
Plazmada ayrıca hücrelerin atıkları da vardır. Atıklar dokulardan kılcal damarlara geçerler. Bu yararsız hatta zararlı olan atıklar sonraları başka organlar tarafından vücuttan tamamen atılırlar. Böbrekler atıkları vücuttan çıkartan ve vücutta tuz ve su dengesini sağlayan organlardır. Karaciğerse zararlı maddeleri parçalayıp enerji kaynağı olan besinleri vücuda vererek plazmanın istenilen nitelikte olmasını sağlar.
Oksijenin plazma içinde erimesi akciğerlerde olur. Ancak plazma vücudun ihtiyacı olan oksijeni tutamaz. Burada alyuvarlar devreye girer. Alyuvarların temel görevi oksijen taşımaktır. İçlerinde hemoglobin denilen kimyasal bir bileşim vardır. Kana kırmızı rengini veren ve oksijeni tutup gerektiğinde salıveren hemoglobindir.
Kanlardaki bütün elemanlarda olduğu gibi alyuvarlarda da yaşam kanda değil kemiklerde daha doğrusu kemiklerin içindeki ilik bölümünde başlar. Alyuvarlar birçok değişimden geçen bir hücrenin son şeklidir. Bu hücre gelişmesi sırasında bazı parçalarını kaybeder ve bu sırada hemoglobin üretir. En sonunda çekirdeğini atarak son şeklini alıp kana karışır. İlik inanılmayacak kadar çok sayıda alyuvar üreten bir mekanizmaya sahiptir. Yazının buraya kadar okuduğunuz 15 dakikalık süre içerisinde vücudunuzda 4 milyar alyuvar üretilmiş olacaktır.
Bir an için vücutta tek bir alyuvar olduğunu varsayalım. Ve onunla beraber vücut içinde gezinmeye başlayalım. Kalbin sağ bölümündeyiz. Yolculuğumuz bir kalp atışı ile başlıyor. İlk uğrak yerimiz akciğer. Akciğerlerdeki kılcal damarlar oksijen ve diğer gazları geçirebilecek incelikteki akciğer zarına yakınlar. Bu zar milyonlarca hava keseciğinden oluşmuştur. Nefes aldığımız zaman bu kesecikler temiz hava ile dolar. Alyuvar hava keseciğinden hızla geçerken hücreden oksijen alır. Oksijen dolu hücre yeniden kalbin sol tarafına geçerek dolaşımın ilk turu tamamlar.
Kalp bu sefer kanı vücuda pompalar ve alyuvarlar taşıdıkları oksijeni sadece kılcal damarlara verirler. Bunun içinde kılcal damarı çevreleyen hücrelerin kandaki oksijenden daha az bir oksijene sahip olması gerekir. Bu sırada kan deveranı hücre içindeki karbondioksitin bir kısmını toplar. Alyuvardaki oksijen azaldıkça renginin kırmızılığı da azalır. Kılcal damarlar çok ince olduklarından alyuvarlar içinden sıkışarak geçerler. Burada alyuvarların esnekliğinin faydası görülür. Alyuvarlar kılcal damarlardan toplar damarlara oradan da damarlara geçer. Sonuçta yeniden kalbin sağ bölümüne döner ve dolaşımın ikinci halkasını tamamlar. Oradan akciğere gelerek yüklendiği karbondioksiti boşaltarak yeniden oksijenle yüklenir ve biraz önceki dolaşım hücrenin hayatının sonuna kadar aynı şekilde devam eder.
Alyuvarların ömrü yaklaşık 4 ay kadardır. Etraflarındaki milyonlarca hücrenin devamlı baskısı altındadırlar. Yaşamları oldukça zorlayıcı eğilip bükülmeler ve ezilmelerle geçer. Esnekliklerinin faydası burada da görülür. Bu arada yaklaşık 70 bin tur yapıp, 10 binlerce km yol kat ederler. Sonunda yaşlanıp parçalanırlar yada bir başka hücre tarafından yutulurlar.
Alyuvarları yutan bu hücre bir akyuvardır. Akyuvarlar vücutta gezinen canavarlara benzetilebilir. Ama aslında vücudun yabancı unsurlar tarafından istila edilmesini önleyen bekçilerdir. Büyük çoğunluğu iliklerde oluşur. Alyuvarlardan daha iri ve alyuvar bulunmayan bir çekirdek ve diğer hücre elemanlarına sahiptir. Genelde bir çoğu kan akımının içinde değil dışındadır.
Vücudumuz devamlı bir şekilde yabancı unsurların saldırısına uğrar. Akyuvarlar bu yabancı unsurları yok ederler. İşte burada bir akyuvar önce bakteriyi yutuyor ve tamamen yok ediyor. Ancak bazı hallerde yabancı unsurlar yok edildiklerinden daha hızlı üreyerek vücutta bir hastalığın doğmasına neden olurlar. Neyse ki kan ve vücudumuz bu hallerle baş edebilmek için başka bir silaha daha sahiptir buda vücudun bağışıklık sistemidir.
Bağışıklık sisteminin tepkisine neden olan herhangi bir maddeye antijen denir. Antijenin vücuda hakim olduğu ilk seferde hastalanırız. Bu antijen zamanla akyuvarlar tarafından yok edilir. Ama bu sırada vücut yeni tanıdığı mikroba karşı bazı önlemler alır ve bu mikrobun neden olduğu hastalığa karşı bağışıklık kazanır.
Tehlikeli bir bakterinin vücuda girdiğini varsayalım. Bu bir hastalığa neden olacaktır. Ne var ki bu sırada lenfosit adın verdiğimiz bir akyuvar durumu fark ederek bakteriyi tanır. Lenfosit mikrop ile karşılaşınca bölünür. Yeni lenfosit antikor adı verilen özel proteinler üretir. Antikorların bir kısmı lenfositin bir parçası haline gelir, diğerleri plazmanın içine girerek dolaşım sistemine karışırlar.
Antikorlar mikroplar için özel olarak üretilmişlerdir ve sadece belirli tip bakterilere hücum ederler. Yada akyuvarların bakterileri daha rahat tanıyarak karşı koymalarını kolaylaştıracak şekilde hareketsiz hale getirirler. Bu durum bazı hastalıkların vücuda bir daha yerleşmesini önleyen bir bağışıklık oluşturur. Ölü yada canlı mikropları vücuda bilinçli olarak vererek bu bağışıklığı sağlayan aşı sistemi aynı mekanizmadan faydalanır ve hastalığa tutulmadan vücudun bağışıklık kazanmasını sağlar. Kısacası akyuvarların iki görevi vardır. Biri vücuda giren tehlikeli yabancıları tanımak, ikincisi onları yok etmektir.
Kandaki üçüncü ve en büyük eleman trombositlere gelince bunlarda vücudu kan kaybını önleyerek korurlar. Alyuvarlar ve akyuvarların büyük kısmında olduğu gibi trombositlerde kemik iliklerinde oluşarak kana karışırlar. Plazmada proteinlerle beraber çalışan trombositler damarlardan geçen kan sızıntısını önlerler.
Normal halde trombositler kanda serbestçe dolaşırlar. Her hangi bir damar kesilince trombositler kanamanın durması ve kan duruncaya kadar kesik kısmın kapanması için bu bölgeye doluşurlar ve kısa bir zamanda orayı tıkarlar. Bu sırada yaralanan dokunun salgıladığı kimyasal maddelerde bazı kimyasal oluşumlara neden olarak sert bir protein kabuk oluşturur.
Bu mikroskop görüntüsünde alyuvarları, bir akyuvarı ve adeta kollarıyla uzanarak kabuğa tutunmaya çalışan bir sürü trombositi görüyoruz. Bir birlerini çekerek yarayı kapatmaya çalışıyorlar. Bu arada bakteri ve atıklarda yaranın etrafına doluşur. Bunlara karşı mücadeleyi akyuvarlar yapar. Bunlar kan dolaşımının dışına çıkarak yaralı dokuya girip burada bir iltihaplanmaya karşı koyacaklar.
Damarın deri yırtılmadan bir darbe sonucu zedelenmesi halinde deride çürük olarak tabir ettiğimiz morluklar belirir. Çok ağır yaralanmalarda ve yanıklarda kan ve su kaybı o kadar çok olabilir ki daha iyileştirme süreci başlayamadan kazazede yaşamını yitirir. Ama zamanında yapılan müdahaleler ve kan nakli sonucu birçok hayat kurtarılmaktadır.
Kana ihtiyacı olan bir kimseye üçüncü bir şahsın kanının verilmesi çalışmaları 17 yy. ortalarında hayvanlardan insanlara kan vererek başlamıştır. Bu gayretin çok feci sonuçlar verdiği de muhakkaktır. İnsandan insana kan vermenin bile ancak bazı hallerde başarılı olduğu fark edilince 19 yy. başında insanların kan gruplarının birbirinden farklı olduğu tespit edilmiştir.
Kan vermenin başarılı olabilmesi için kanı veren kişiyle kanı alan kişinin kan grubunun aynı olması gerekir. Ayrı kan gruplarının birleşmesi topaklaşmalara neden olur. Dört ana kan grubu vardır. Bunlar A, B, AB, 0'dır. Bunlarda kendi içlerinde rh (-) ve rh (+) yani negatif ve pozitif olmak üzere alt gruplara ayrılırlar. Hastaya ihtiyacı kadar kan verilir. Kan yapay olarak üretilinceye kadar binlerce insan hayatlarını kendilerine kan veren kişilere borçlu olacaklardır. Kan vermek kolay ve sağlıklıdır. Vücut verilen kanı süratle karşılar ve verilen kan bir insanın hayatını kurtarır.
Kan dolaşım sisteminde aralıksız bir şekilde akar. İçindeki plazma vücudun organ ve dokularının ihtiyacı olan besini sağlar. Plazma bir yandan vücudu hastalıklardan korurken öte yandan kan kaybını engeller. Vücudun düzenini koruyacak şekilde atıkları ve kimyasal maddeleri taşır. Alyuvarlar vücuda gerekli olan oksijeni sağlar. Akyuvarlar vücuda giren tehlikeli unsurları teşhis eder ve onları yok eder. Trombositler kan damarlarını korur ve kanın pıhtılaşmasını sağlar. Plazma alyuvarlar, akyuvarlar ve trombositler canlılara hayat veren kan denen mucizevi maddeyi oluştururlar.
Kılcal Damar, Arter, Arterioller ve Toplar Damarcıklar |
Vücudun bütün hücrelerinin yanında bir kılcal damar bulunur. Çünkü kandaki yaşatma gücü ancak bu kılcal damarlarla hücrelere geçebilir. Kılcal damarların cidarları kandaki bazı maddeleri dışarı verirken, bazılarını da içinde tutar. Dışarıya verilen maddeler kılcal damarın bulunduğu ortamda eksikliği duyulanlardır. Mesela bir ortamdaki oksijen miktarı kılcal damarın içindekinden azsa kılcal damar bu oksijenin gereken miktarını serbest bırakacaktır. Aynı zamanda bazı maddeler mesele atık maddelerde kılcal damarların cidarından geçerek içine girerler.
Kan Akımı |
Kanın yarısından biraz fazlası plazmadır. Plazmanın 9/10 sudur. Plazmanın geriye kalan 1/10 ise onu dinamik, kompleks ve hayati önem taşıyan bir hale getiren bir sıvıdır. Plazmanın kimyası tuzun deniz suyun içinde erimiş hali gibi plazma suyunun içinde erimiştir. Aslında bu tuz plazmanın çok önemli bir parçasıdır. Vücudun yeterli bir miktarda su tutmasını sağlar. Plazmadaki protein vücudun çok hassas olan sıvı dengesini sağlar. Vücudu hastalıklara karşı korur ve kanın pıhtılaşmasını temin eder.
Plazmada hormonlarda vardır. Vücuttaki bazı bezler kana hormon salgılar. Hormonlar vücudun gelişmesini ve besinleri yakmasını temin eder. Yediğimiz besinler sindirildikten sonra plazmadaki dokulara geçer. Hücreler bu besinleri yenilenmek ve yeni hücreler üretmekte kullanırlar. Dişler, deri, kas, kemik, kısacası vücudun bütün parçaları plazmadan geçerek oluşur.
Plazmada ayrıca hücrelerin atıkları da vardır. Atıklar dokulardan kılcal damarlara geçerler. Bu yararsız hatta zararlı olan atıklar sonraları başka organlar tarafından vücuttan tamamen atılırlar. Böbrekler atıkları vücuttan çıkartan ve vücutta tuz ve su dengesini sağlayan organlardır. Karaciğerse zararlı maddeleri parçalayıp enerji kaynağı olan besinleri vücuda vererek plazmanın istenilen nitelikte olmasını sağlar.
Oksijenin plazma içinde erimesi akciğerlerde olur. Ancak plazma vücudun ihtiyacı olan oksijeni tutamaz. Burada alyuvarlar devreye girer. Alyuvarların temel görevi oksijen taşımaktır. İçlerinde hemoglobin denilen kimyasal bir bileşim vardır. Kana kırmızı rengini veren ve oksijeni tutup gerektiğinde salıveren hemoglobindir.
Bir Alyuvarın Gelişimi |
Bir an için vücutta tek bir alyuvar olduğunu varsayalım. Ve onunla beraber vücut içinde gezinmeye başlayalım. Kalbin sağ bölümündeyiz. Yolculuğumuz bir kalp atışı ile başlıyor. İlk uğrak yerimiz akciğer. Akciğerlerdeki kılcal damarlar oksijen ve diğer gazları geçirebilecek incelikteki akciğer zarına yakınlar. Bu zar milyonlarca hava keseciğinden oluşmuştur. Nefes aldığımız zaman bu kesecikler temiz hava ile dolar. Alyuvar hava keseciğinden hızla geçerken hücreden oksijen alır. Oksijen dolu hücre yeniden kalbin sol tarafına geçerek dolaşımın ilk turu tamamlar.
Kalp bu sefer kanı vücuda pompalar ve alyuvarlar taşıdıkları oksijeni sadece kılcal damarlara verirler. Bunun içinde kılcal damarı çevreleyen hücrelerin kandaki oksijenden daha az bir oksijene sahip olması gerekir. Bu sırada kan deveranı hücre içindeki karbondioksitin bir kısmını toplar. Alyuvardaki oksijen azaldıkça renginin kırmızılığı da azalır. Kılcal damarlar çok ince olduklarından alyuvarlar içinden sıkışarak geçerler. Burada alyuvarların esnekliğinin faydası görülür. Alyuvarlar kılcal damarlardan toplar damarlara oradan da damarlara geçer. Sonuçta yeniden kalbin sağ bölümüne döner ve dolaşımın ikinci halkasını tamamlar. Oradan akciğere gelerek yüklendiği karbondioksiti boşaltarak yeniden oksijenle yüklenir ve biraz önceki dolaşım hücrenin hayatının sonuna kadar aynı şekilde devam eder.
Alyuvarların ömrü yaklaşık 4 ay kadardır. Etraflarındaki milyonlarca hücrenin devamlı baskısı altındadırlar. Yaşamları oldukça zorlayıcı eğilip bükülmeler ve ezilmelerle geçer. Esnekliklerinin faydası burada da görülür. Bu arada yaklaşık 70 bin tur yapıp, 10 binlerce km yol kat ederler. Sonunda yaşlanıp parçalanırlar yada bir başka hücre tarafından yutulurlar.
Alyuvarları yutan bu hücre bir akyuvardır. Akyuvarlar vücutta gezinen canavarlara benzetilebilir. Ama aslında vücudun yabancı unsurlar tarafından istila edilmesini önleyen bekçilerdir. Büyük çoğunluğu iliklerde oluşur. Alyuvarlardan daha iri ve alyuvar bulunmayan bir çekirdek ve diğer hücre elemanlarına sahiptir. Genelde bir çoğu kan akımının içinde değil dışındadır.
Akyuvarın Bir Bakteriyi Yok Etmesi |
Bağışıklık sisteminin tepkisine neden olan herhangi bir maddeye antijen denir. Antijenin vücuda hakim olduğu ilk seferde hastalanırız. Bu antijen zamanla akyuvarlar tarafından yok edilir. Ama bu sırada vücut yeni tanıdığı mikroba karşı bazı önlemler alır ve bu mikrobun neden olduğu hastalığa karşı bağışıklık kazanır.
Tehlikeli bir bakterinin vücuda girdiğini varsayalım. Bu bir hastalığa neden olacaktır. Ne var ki bu sırada lenfosit adın verdiğimiz bir akyuvar durumu fark ederek bakteriyi tanır. Lenfosit mikrop ile karşılaşınca bölünür. Yeni lenfosit antikor adı verilen özel proteinler üretir. Antikorların bir kısmı lenfositin bir parçası haline gelir, diğerleri plazmanın içine girerek dolaşım sistemine karışırlar.
Antikorlar mikroplar için özel olarak üretilmişlerdir ve sadece belirli tip bakterilere hücum ederler. Yada akyuvarların bakterileri daha rahat tanıyarak karşı koymalarını kolaylaştıracak şekilde hareketsiz hale getirirler. Bu durum bazı hastalıkların vücuda bir daha yerleşmesini önleyen bir bağışıklık oluşturur. Ölü yada canlı mikropları vücuda bilinçli olarak vererek bu bağışıklığı sağlayan aşı sistemi aynı mekanizmadan faydalanır ve hastalığa tutulmadan vücudun bağışıklık kazanmasını sağlar. Kısacası akyuvarların iki görevi vardır. Biri vücuda giren tehlikeli yabancıları tanımak, ikincisi onları yok etmektir.
Kandaki üçüncü ve en büyük eleman trombositlere gelince bunlarda vücudu kan kaybını önleyerek korurlar. Alyuvarlar ve akyuvarların büyük kısmında olduğu gibi trombositlerde kemik iliklerinde oluşarak kana karışırlar. Plazmada proteinlerle beraber çalışan trombositler damarlardan geçen kan sızıntısını önlerler.
Mikroskopik boyutta yaranın kapatılması |
Bu mikroskop görüntüsünde alyuvarları, bir akyuvarı ve adeta kollarıyla uzanarak kabuğa tutunmaya çalışan bir sürü trombositi görüyoruz. Bir birlerini çekerek yarayı kapatmaya çalışıyorlar. Bu arada bakteri ve atıklarda yaranın etrafına doluşur. Bunlara karşı mücadeleyi akyuvarlar yapar. Bunlar kan dolaşımının dışına çıkarak yaralı dokuya girip burada bir iltihaplanmaya karşı koyacaklar.
Damarın deri yırtılmadan bir darbe sonucu zedelenmesi halinde deride çürük olarak tabir ettiğimiz morluklar belirir. Çok ağır yaralanmalarda ve yanıklarda kan ve su kaybı o kadar çok olabilir ki daha iyileştirme süreci başlayamadan kazazede yaşamını yitirir. Ama zamanında yapılan müdahaleler ve kan nakli sonucu birçok hayat kurtarılmaktadır.
Kana ihtiyacı olan bir kimseye üçüncü bir şahsın kanının verilmesi çalışmaları 17 yy. ortalarında hayvanlardan insanlara kan vererek başlamıştır. Bu gayretin çok feci sonuçlar verdiği de muhakkaktır. İnsandan insana kan vermenin bile ancak bazı hallerde başarılı olduğu fark edilince 19 yy. başında insanların kan gruplarının birbirinden farklı olduğu tespit edilmiştir.
Kan vermenin başarılı olabilmesi için kanı veren kişiyle kanı alan kişinin kan grubunun aynı olması gerekir. Ayrı kan gruplarının birleşmesi topaklaşmalara neden olur. Dört ana kan grubu vardır. Bunlar A, B, AB, 0'dır. Bunlarda kendi içlerinde rh (-) ve rh (+) yani negatif ve pozitif olmak üzere alt gruplara ayrılırlar. Hastaya ihtiyacı kadar kan verilir. Kan yapay olarak üretilinceye kadar binlerce insan hayatlarını kendilerine kan veren kişilere borçlu olacaklardır. Kan vermek kolay ve sağlıklıdır. Vücut verilen kanı süratle karşılar ve verilen kan bir insanın hayatını kurtarır.
Kan dolaşım sisteminde aralıksız bir şekilde akar. İçindeki plazma vücudun organ ve dokularının ihtiyacı olan besini sağlar. Plazma bir yandan vücudu hastalıklardan korurken öte yandan kan kaybını engeller. Vücudun düzenini koruyacak şekilde atıkları ve kimyasal maddeleri taşır. Alyuvarlar vücuda gerekli olan oksijeni sağlar. Akyuvarlar vücuda giren tehlikeli unsurları teşhis eder ve onları yok eder. Trombositler kan damarlarını korur ve kanın pıhtılaşmasını sağlar. Plazma alyuvarlar, akyuvarlar ve trombositler canlılara hayat veren kan denen mucizevi maddeyi oluştururlar.
Hiç yorum yok:
Lütfen soru sormadan önce, sorunuzu öncelikle arama kutusunu kullanarak araştırınız.