Göz ve İris |
Görme yeteneğimizin asıl sıra dışı yanları sınırlarımızı zorladığımızda ortaya çıkar. Bir cinayet zanlısı Los Angeles'ın göbeğinde hızla ilerliyor. Onu takip eden polis memuru ise Stan Berry. Bu aşırı hızlı dünyada saatte 160 km hızla giderken nelerin önemli, nelerin önemsiz olduğuna karar vermesi gerekiyor. Bunların üstüne bir de, şüpheliyi kaza yapmadan takip etmesi gerekiyor. Sağında ilerleyen araçlardan da, solundaki araçlardan da haberdar olması gerek. Aynı zaman da önündeki olaylara da odaklanması gerekiyor. Karşıdan karşıya geçen yayalar var mı mesela? Aynı zamanda, kaçmaya çalışan şüpheliyi de kaybetmemesi gerek.
Yaratıcı, gözlerimizi bunların hepsini yapacak şekilde tasarlamış.
İnsanoğluna görme yeteneği rehberlik eder. Bir çok hayvanın özelleşmiş bir tür görme duyusu vardır. Ama insanlar, bunların hepsinden birden faydalanıyor. Yeryüzündeki diğer canlılarda olmayan özelliklerle gözlerimiz on milyona yakın rengi ayırt edebilir, sonsuz uzaklığa odaklanmışken saniyenin beşte biri sürede 3-5 cm mesafeye odaklanabilir, en parlak günışığı altında ya da en karanlık gölgelerde ince bir detayı yakalayabilir, ve 180 dereceye yakın geniş açı görüntü alabilir.
Tabii ki bütün bunlar, beyin kapasitemizin büyük bölümünü kullanır. Beynimizdeki nöronların yüzde yetmişi bir şekilde görsel sistemimizle ilişkilidir. Bu duyumuza, yapısına katılmış her mekanizma tarafından olağandışı bir şekilde yüksek bir önem verilmektedir. İnsanoğlu için gözleri yaşamsal birer alıcı gibidir. Çok kritik zamanlarda bize gerekli bilgiyi sunar. Berry de tamamen onlara güveniyor. Gözlerimiz bedenimizdeki en karışık mekanizmadır. Eşsiz bir karmaşıklıktadır. Gözlerimiz birer bilye gibi her yöne doğru yönelerek hareket eden cisimlere kilitlenebilir. Bunu hiç de beklenmeyecek dostlarının, iki yağ yastığının yardımıyla yapar. Bunlar gözlerimizin darbe emicileridir.
Işık, liflerden oluşan elastik bir ağ olan iristeki boşluktan geçerek gözümüze girer. Fazla ışık altında bu boşluk saniyenin beşte biri kadar sürede toplu iğnenin başı kadar küçülebilir. Işık katı bir diskten çok akışkan bir yüzeye benzeyen lense çarpar. Lens de gözümüzün arka tarafındaki retinanın üzerinde büyük bir posta pulu büyüklüğünde bir görüntü oluşturur. Bundan sonra da bir sinir yığını olan retina, beyne sinyaller yollar. İlginç bir şekilde, sağ gözümüz beynimizin sol tarafına, sol gözümüz de sağ tarafında sinyal yollar. Gözlerimiz aynı zamanda bizi bugün bile yok olmaktan koruyan bir özellik ile tasarlanmıştır.
Takibinin yirminci dakikasına girerken Memur Berry de bu özelliği sınırlarına kadar sınamak üzere. Tehlikeli bir kavşağa hızla yaklaşırken tam anlamıyla ölüm kalım meselesi olan seçimler yapması gereklidir. Hareket eden bir şey var mı? Varsa bu şey ne? Ve nerede? Hemen önünde bir araç yolu tıkayacak şekilde durdu. Sağ tarafta, bir araç kavşağa doğru hareket ediyor. Sol tarafta ise üçüncü bir araç kalkmak üzere. Ama aniden, görüntüye başka bir şey daha girer. İşte insan gözünün tasarımın, kendini göstereceği nokta burası. Gözümüzün arka bölümünde retinamızın büyük bir bölümü milyonlarca çomak hücresiyle kaplıdır. Bu hücreler ne detayları algılar, ne de renkleri.
Ama görüş alanımızdaki herhangi bir şey, herhangi bir şekilde kıpırdarsa bunu çomak hücrelerimiz algılar. Gözlerimiz doğrudan hareketi görebilmek için döner. Artık iş retinanın merkezindeki diğer hücrelere düşmüştür. Buradaki bir iğne başı boyutundaki noktada "koni" denen hücrelerden altı milyon tane bulunur. Bunlar tamamen renklerle ve detaylarla ilgilenir. Bir şeye baktığımızda, doğrudan ona bakmak istememizin nedeni de buradan geliyor. Çünkü en yüksek görsel etkinlik tam merkezde gerçekleşiyor.
Gözlerini hareketli bir nesneye kilitleyerek Memur Berry hızını, yönünü ve tehlikenin boyutunu algılayabilir. Bunun sonucunda zihni ellerine ve ayaklarına saatte 300 km gibi inanılmaz bir hızla kavşağı sorunsuzca geçebilmesi için sinyaller yollar. Bu, Memur Berry'nin 40 dakikalık takibi sonlandırana kadar vereceği yüzlerce ölüm kalım kararından yalnızca birisidir. Ve bu kararları, gözümüzün görüntüye aniden girebilecek tehditlere uyum sağlamadaki inanılmaz yeteneği sayesinde verebiliyor.
Bu yeteneğimiz atalarımız için ne kadar önemliyse bugün de aynı öneme sahip. Yaratıcı bize, bugün hala paha biçilemez olan başka bir yetenek daha kazandırdı. Karanlıkta, sadece çok küçük ipuçlarından faydalanarak bile etrafımızda olan şeyleri tahmin edebiliriz. İnsanoğlunun yangınlardan kurtulup yaşama isteği de zifiri karanlıkta ve dumanla dolu odalarda yolumuzu bulma yeteneğimizle imkan bulur.
İtfaiye memuru Dan Fleming, gölgelerden ve şekillerden oluşan tehlikeli bir dünyaya giriyor. O kadar karanlık ve dumanlı ki bu ortamda bir şey görmenin imkansız olacağını düşünebilirsiniz. Dan, belli belirsiz gördüğü ufak tefek şeylerden kafasında bütün evin bir tablosunu oluşturmaya çalışıyor. Ev nasıl döşenmiş? Yangın nerede? Kurtulan kimse var mı? Evin neye benzediğine, ev sahiplerinin durumuna evin içinde kimin olabileceğine karar vermeye çalışıyor. Karanlığa rağmen Dan'in gözleri anında uyum sağlamaya başlıyor.
Gözlerimiz inanılmaz şekilde hassastır.
Zifiri karanlıkta bile 20 km uzaktan tek bir mumun alevini algılayabiliriz. Evin içinde yolunuzu bulmanıza yardımcı olacak ufak bir ışık huzmesi ve ipuçları ararsınız. Düşük ışıkta gözlerimiz retinanın çoğunu kaplamış olan çomak hücrelerine güvenir. Çok hassas olsalar da, bu hücreler sadece siyah ve beyazı algılar. Ama Dan alevi arıyor. Renkleri de algılaması lazım. Ve ilk gördüğü ışığı turuncu bir parlaklık olarak yorumlayabilmişti. Renkleri algılamak için retinanın merkezindeki "koni" hücrelerini kullanırız. Bütün renk algımızı üç rengi ayırt edebiliyor olmamızdan alırız. Koniler farklı renklere hassasiyet gösterirler. Sadece mavi ışığa hassas olan hücrelerimiz gibi sadece yeşil ışığa ya da sadece kırmızı ışığa hassas olan da var.
Ama bu hücrelerin çalışması için çok daha fazla ışık gerekiyor. Yani eğer kendi renklerinde ışık fotonlarından yeterince alırlarsa çalışmaya başlıyor ve size şöyle diyorlar: "Şurada biraz gri, mavi ya da yeşil ışık var." Bu kırmızı, mavi ve yeşil ışık sinyalleri ile beynimiz bütün görsel gücümüzü kullanarak bir izlenim oluşturur. Bu da on milyon renge yakın bir renk paleti demektir.
Rengi görüyor olması Dan’ı doğrudan yangına ulaştırıyor. Yangına hemen müdahale edip söndürüyor ve odayı incelemeye devam ediyor. En ufak bir belirti bile görebilseniz, bu çok önemlidir. En ufak bir ipucuyla Dan'in beyni aslında gördüğü çok ufak parçalar olsa da orada ne olması gerektiğini hesaplıyor. Bu beynimizin sürekli yaptığı bir şey. Boşlukları görsel hafızamızdan boşluklarla doldurmak. Aslına bakarsanız, beynimiz gördüklerimizin çoğunu hayatımız boyunca depoladığımız görüntülerden oluşturur. O anda Dan bir şey fark eder. Beyaz bir cisim. Bir kahve fincanı. Siyah ve beyaz kareler. Tamamlanmamış bir bulmaca. Acaba bunlar, içeride hala birinin olduğunu gösteren önemli işaretler olabilir mi?
Orada, dumanın içinde Dan net olmasa da, değişik bir şekil görür. Meslekî içgüdüleri ona kanepede bir şey olduğunu söylüyordu. Ama ne olduğundan emin değildi. Yine de yaralı olabileceği ihtimalini değerlendirerek destek istedi. Dan Fleming, bulanık bir şekilde bir bedenin hatlarını görebilmek için, beyninin görsel hafızasından faydalandı. Ve bir adamın hayatını kurtardı.
Gözde Odaklanma |
Missouri'den Cheri Robertson bu sanal dünyaya ilk adımı atmak üzere. On dokuz yaşındayken bir araba kazasına karıştığında arabalardan birinde yolcuydu. Şoför direksiyonda uyuya kaldı ve küçük bir kamyonla kafa kafaya çarpıştılar. İki gözü de, o anda mahvoldu. Yeniden görebilmek umuduyla Cheri çığır açabilecek bir araştırma için gönüllü oldu. Bu araştırma, teknolojiyi beynimizin görme merkezinin inanılmaz işlem gücüyle barıştırmaya çalışıyor.
Doktorlar ona asla hiçbir şey göremeyeceğimi söylerken bu aslında onun yeniden görebilmesine olanak tanıyordu. Cheri sıra dışı bir deneyim yaşamak üzere. Doktorlar beynine ulaşmak için kafatasının iki tarafını deldiler. Ardından tam Cheri'nin görme merkezine her biri iki yüz küçük elektrot barındıran iki üçgen plaka yerleştirdiler. Son olarak da, cerrahlar bu plakalardan çıkan kabloları kafatasından çıkan kablo uçlarına bağladılar. Artık, elektrotlar Cheri'nin gözlüklerine takılı kamera ile bir bilgisayar üzerinden çalışacak. Bu teknolojik aletlerin hepsi Cheri'nin kısmen de olsa yeniden görmesini sağlamak için tasarlandı. Yine de onun kameranın gördüklerini görebilmesi için yapılması gereken çok şey var. Bu da bilinmeyene doğru atılacak bir adım daha demek.
Her elektrot Cheri'nin beyninde farklı bir noktaya temas ediyor. Düzenek bir elektrotu uyardığında o görsel dünyasında bir yerlerde bir parlama görüyor. Nerede olduğunu ise henüz doktorlar da bilmiyor. Bu yüzden onlar da Cheri'nin ışıkları nerede gördüğünü anlamak için bütün elektrotları tek tek uyarıyorlar. Cheri bir parlama gördüğünde yukarıda mı, aşağıda mı, solda mı yoksa sağda mı olduğunu gösteriyor. Bütün elektrotlar haritalandığında, doktorlar kameranın gördükleriyle Cheri'nin beyninde oluşan parlamaların birbirini tuttuğunu anlıyor ve kamerayı bağlıyorlar. Sonunda kamera bağlandı ve Cheri'nin annesi yeni ayarları denemek için kamerayı takmasına yardımcı oluyor.
Acaba teknoloji Cheri'nin yeniden görebilmesini sağladı mı?
En sonunda ışığı ilk gördüğümde, nefesi kesildi. İnanamadı. Çalışmıştı, ve bu onun için çok, çok heyecan vericiydi. Bir şey beni aydınlatıyor. Cheri'nin ne gördüğünü bilemeyiz. Ama nasıl bir şey tarif ettiğini anlayabiliyoruz. İki büyük nokta halinde ışık görüyorum. İkisi de beyaz, ama içlerinde azıcık kırmızı da var. Bu ikisi gerçekten kuvvetli parlaklıklardı, ve hareket ettiler. Büyük bir ışığın parladığını gördü.
Projenin başlarında doktorlar Cheri'nin elektrotlarından sadece bir kaçını çalıştırmışlardı. Adım adım, daha fazlasını çalıştırmayı ve görüşünü oldukça genişletmeyi hedefliyorlar. Elektrotlarından sadece on tanesini kullanabildiği için kameramın önünden bir nesne geçtiğinde iki tane parlak ışık görecek. Bu ışıkların boyutları da birbirinin üstünde duran iki büyük fıstık tanesi kadar. Bir kaç tane dalgalı gördü. Bu şekilde, önünde bir nesnenin olduğunu fark ediyordu. Ama şimdilik ne olduğunu kestiremiyordu. Bütün elektrotları kullanabildiğinde baktığı şeyleri ana hatlarıyla görmeye başlayacak. Bir ağaca mı, insana mı yoksa arabaya mı bakıyor anlayacak, neye baktığını tam olarak bilecek.
Görme Engelliler İçin Görme Cihazı |
Kaliforniya plajlarında tıklım tıklım insanların olduğu bir hafta sonunu düşünün. Bu sakin görünen sahne, izleyicilerden sadece birisi için olası birtakım kazalar zincirine dönüşebilir. Bir cankurtaran havada sallanan kolların "Burada eğleniyoruz." değil de "Yardıma ihtiyacım var!" demek olduğunu nasıl anlar? Cankurtaranın binlerce kişi içinden o tehlikedeki bir kişiyi fark edebilmesi olağanüstü bir olay. Gözlerini ve zihnini gerçek anlamda sınayan bir durum.
Gözlerimiz bizim için çalışır, kendimiz için tehlikeli bir durumu fark edebiliriz. Ama cankurtaranların kendilerini tehdit eden hiçbir durum yok. İşin aslı, gözümüz görüş alanında zararsız bir durum algıladığında doğal olarak kendini gevşetir. Harekete duyarlı çomak hücreleri de düzenli ve sürekli bir durum algıladıklarında devre dışı kalırlar. Bu yüzden cankurtaranların gözlerini aldatması gerekir. Bunu da etrafı tarayarak gözlerini ince detaylara takılmaya zorlayarak yaparlar.
Kulelerdeki cankurtaranlar bizim savunma ön hat oyuncularımızdır. Görevleri suyu taramaktır. Bunun için de gözleri su yüzeyi boyunca hareket ediyor ve beyinlerinin, gördükleri bilgileri elemesini sağlıyor. Ters giden bir şeyler gerçekten tehlikede olan, garip davranan birini arıyorlar. Bütün bu bilgileri algılayabilmek için çok çalışmaları gerekiyor. İnsan gözleri temelde sadece iki dereceli bir detay algısına sahip. Bütün plajı kontrol etmek için, cankurtaranın gözleri noktadan noktaya atlayarak detayları tarıyor. Her atlamaya "sekme" deniyor. "Sekme", gözlerin doğrudan bir şeye bakarken bir anda başka bir şeye bakmasıyla iki gözün birlikte yaptığı bir harekettir.
Gözlerimizi hareket ettiren kaslarımızı görüntüyle ilişkilendiren düzeneklerimiz var. Ve bu düzenek aniden başka bir görüntüye kilitlenebilmemizi de sağlıyor. "Sekme" hareketi, cankurtaranın gözlerinin olası bir tehlikeden bir diğerine atlayabilmesini sağlıyor. Cankurtaran görüş alanını düzenli olarak tarıyor ve bir kaç saniyede bir görsel hafızasını güncelliyor.
Hepsi bu değil, başka bir gelişmiş yeteneğini daha kullanıyor; detayların çözümlenmesi. Deneyimli bir cankurtaran suda bulunan tehlikedeki insanları ayırt edebilir. Gerçekten panik halinde ya da rahat olup olmadıklarını beden dillerini izleyerek anlayabilir. Bunlar bir kurtarma durumunu daha işe koyulmadan tanımanızı sağlayan bazı işaretlerdir. Gözlerimizi hareket ettiren kaslar bize hayret verici bir görüş açısı verir. Tamamen sabitken bile gözlerimizi en soldan en sağa saniyenin dörtte birinde hareket ettirebiliriz. Bu sayede, bir dalga yüzücüyü içine alırsa Drew saniyeler içinde fark edebilir. Şimdiyse, yüzücü kıyıya gelebilir mi gelemez mi? Yardım girişimi için fazla açılmış mı, açılmamış mı? Ya da dalgalara rağmen Drew'un ona ulaşma şansı var mı, yok mu? Bunlara karar vermesi gerek. Bu saniyelere karşı yarışarak vereceği karar, hatasız bir uzaklık tahmini gerektiriyor. İki gözümüz var, ve bunların arasında üç parmaklık bir mesafe var. Bu da her iki resmin diğerinden biraz farklı olmasına yetiyor. Ve bu azıcık farklılık bir cismin uzaklığını algılamamızı sağlar.
Uzaklık kıyaslamasını her zaman yapsak da bu işlemi düşünerek yaptığımız çok enderdir.
Sadece insanlarda yapılan bu özel işlem, ayrıca yırtıcı hayvanlarda ava odaklanmak ve avı yakalamak için yapılır. Cankurtaranların tehlikedeki yüzücülere yardım ederken kullandıkları da bu avcılık yeteneğidir. Kendi güvenliğimiz için olduğunda hepimiz dolu bir görüntüdeki detayları yakalayabiliriz. Ama başkalarının hayatını korurken bunu yapacaksak çalışmamız ve yoğun bir şekilde odaklanmamız gerekiyor.
Günlük yaşantımızda gözlerimizin önünden geçen görüntülerin parçalarını zihnimiz kısaltmalar ve varsayımlar yaparak doldurur, aslında, bize bütün gibi gelen bir dünyanın parçalarını bir araya getirir.
Bu varsayımlar yanlış çıkarsa ne olur? İşte "smoke and mirrors" deyimi de buradan doğmuştur. Yani illüzyonistlerin gözlerimizi aldatmak için kullandığı ve bunu görme duyumuzdaki bilimsel açıklardan faydalanarak yapan yöntemler. Filmler bize göz alıcı görüntülerle muhteşem illüzyonları bir arada sunarlar. Film yapımcıları aynı zamanda illüzyon ustası olmak zorundadır.
Görsel illüzyonlar algılama sistemimizi, aslında görevini tam olarak yerine getiren bu sistemi kandırırlar.
Burada sistemin zaaflarından faydalanıyoruz. Ve bir anda bu sistem, görevini tam yapamaz oluyor. İllüzyonlar dünyayı algılama yöntemimizi kötüye kullanırlar. Gözlerimizin gördüğüyle zihnimizin anladığı arasındaki farklılıktan faydalanırlar. Sihirbazlar bu hassas yanılsamadan hep faydalanmışlardır. Bu aldatmacanın altında beynimizin üç boyutlu görsel bir dünyayı nasıl oluşturduğunu açıklayan tamamen bilimsel bir prensip yatıyor. Bu sadece derinliği nasıl algıladığımızla ilgili. Üç boyutlu küp zihnimize bir defa üç boyutlu olarak yerleştiyse hep üç boyutlu olarak kalıyor. Sanki gözlerimiz eksik bilginin yerini dolduruyormuş ve bu nesnenin üç boyutlu olmasını istiyormuş gibi. İllüzyonistlerde tam bu noktada bizi kandırıyor.
Göz Yanılması |
Sihirbazlar, çevremizdeki cisimler ve ortamla ilgili varsayımlarımızdan fazlasını kullanırlar ve gözlerimizin önünde olup bitenlerden haberimizin olduğunu düşünmemizden faydalanırlar. Aslında bunların %90'ını görmüyoruz bile. Ama bize böyle gelmiyor. Sanki etrafımıza baktığımızda bütün dünyayı kavrıyormuşuz gibi hissediyoruz. Oysa hiç de böyle değil. Aslında çok çok küçük bir alana odaklanıyoruz.
İllüzyonlar sadece eğlenceden ibaret değiller. Aynı zamanda gördüklerimizin beynimizin yaptığı varsayımlarla ne kadar ilişkili olduğunu da gösteriyor. Gözlerimizle beynimiz, dünyayı anlamlandırabilmek için iş birliği yaparlar. Ama beynimizin, gözlerimizin gördüklerini anlamlı bir görüntüye bir anda çevirebilmesi için uzun yıllar çalışması gerekiyor.
Gözlerini ilk defa kullanan kör bir adamın ve beyninin gördüklerini nasıl tarif ettiğine bir bakalım. Michale May çocukken geçirdiği bir kazada yitirdiği gözlerinin onarılması için sıra dışı bir ameliyat geçirdi. Sargıları çıkartıldığında kırk yıldır ilk defa tekrar görebileceğini umuyor. En azından bir kaç hafta bir şey olmasını beklemiyordu. Yani o odaya girip de bandajlar alındıktan sonra ışığın gözlerine dolduğunu hissetmesi kelimelerle anlatılabileceklerin çok ötesinde bir şey olsa gerek ki bir şey anlatamadı. Bir anda başlayan görsel algının etkisiyle oluşan çınlama, cisimler renklere ve şekle bürünüyordu her yanda görüntüler uçuşuyordu. Yeniden yapılan gözleri ışığın Michael'ın retinasına ulaşmasını sağladı.
Ama Michael'ın bir sorunu var. Karanlıkta geçen kırk yıldan sonra beyni, gözlerinin görebildiklerini tanımıyor. Gördüğümüzü algılama işi sadece gözlerimizi yeniden çalıştırıp, bir anda kitap okumaya başlayabilecekmişiz gibi kolay olmuyor. Bundan çok daha karışık bir süreç. Gördüğümüzü anlama, basitçe açıp kapayacağınız bir yetenek değil. Peki Michael'ın kırk yıldır görmediği bir dünyaya bakınca algıladığı ne olacak? Bir zamanlar kör olsa da Michael May'in onarılan gözleri, şu anda mükemmele yakın çalışıyor. Ama şaşırtıcı bir şekilde, çok zor görüyor.
Bunun nedeni de Michael'in gözlerini kaybettiğindeki yaşı. Garip bir kimyasal patlama onu üç yaşında kör bıraktı. Ve kırk yıl sonra tekrar görebilmek için deneysel bir ameliyatla bıçak altına yattı. Doktorlar gözünün kazada hasar gören önemli bir parçasını değiştirdiler, korneasını. Bu kağıt kalınlığındaki şeffaf kaplama gözümüzü korur ve odaklanmasına yardımcı olur. Michael'ın gözlerine gelen bu zarar hiçbir şeyi algılayamamasına neden oldu. O da bu yeni korneaların, dünyayı yeniden görebilmesi için yeni bir şans olabileceğini umut ediyordu.
Ama kırk yıllık körlüğü başına daha büyük bir sorun açtı. Görüntüleri kavramak ve dünyayı algılamak için inanılmaz bir uğraş veriyordu. Bir yüz gördüğümüzü anlayıp da bir anda "İşte bir gülümseme!” diyebildiğimiz gibi değil. Bütün bu süreçte gördüğünün ne olduğunu anlamak için düşünmesi, görüntüyü kafasında parçalara bölüp irdelemesi gerekiyor. Michael May'in görsel hafızasında dünyayla ilgili bir şey yok. Bu doğuştan gelen bir yetenek değildir. Doğduğumuzda, gördüğümüz her şey yenidir. Ama bu görüntüleri arşivleriz, içeriklerini ve anlamlarını öğreniriz. Görsel hafızamızı deneyimlerimizle beraber oluştururuz. Beynimizin arkasında yarım milyardan fazla beyin hücremiz görme merkezimizi, görme duyumuzun işlemcisini ve deposunu oluşturur.
Hayatımızın ilk yıllarında, görsel hafızamızı da oluştururuz. Ve yaşamaya devam ettikçe bu kütüphane dünyayı algılamamıza yardımcı olur. Belli başlı şeyler olsa bile bunların anlamlandırılması, buna bağlı olarak da tanınması inanılmaz miktarda deneyim ister. Bu bağlamda bakarsak, beynimiz görmeyi sonradan öğrenir. Bu olayı ilk altı yaşımızda gerçekleştiririz. Küçük bir oranda, bu dokuz yaşa kadar da uzayabilir. Ama Micheal 3 yaşında kör kaldığında görme yeteneğini şekillendirecek şeyleri yeni anlamaya başlamıştı. Büyüklük, şekil, uzaklık, ışık ve gölge.
Beynimizin derinlik algılama yeteneğini ele alırsak, kenarı görüp orada 15 santimetrelik bir kaldırım olduğunu fark etmekten, bu bilgiyi algılama yeteneğinden yoksun. Eğer çocukluğunu görerek, bisikletine binerek ve değişik yüksekliklerdeki kaldırımlardan inerek geçirseydi önündeki 7 santimetrelik bir kaldırımla daha ilerideki 15 cm’lik bir kaldırımı ya da ondan da ilerideki 20 cm’lik bir kaldırımı ayırt etmesini sağlayacak ince ipuçlarını algılamayı öğrenmiş olacaktı. Deneyimden yoksun bir şekilde bunu sadece görsel bir tabanda yapmak çok zor olabiliyor.
Şimdi Michael'ın yetişkin beyni çocukluğunda kaçırdığı öğrenimin farkını kapatmak için uğraşmak zorunda. Ama Michael bazı şeyleri tanıyabiliyor ve bunlardan keyif almaya bakıyor. Yolundaki şeylerin üstesinden gelebilmek için bir baston kullanacak. Bu arada da etrafa bakıp görebildiği şeylerin tadını çıkarmaya bakacak parlak renkli çiçekler, güzel binalar yürüyen insanlar gibi. Michael May görsel hafızasının eksikliği yüzünden görmekle kör olmak arasında garip bir dünyada yaşıyor. Bir çoğumuz için, yine bu görsel hafıza başka bir evrenin kapılarını aralıyor, rüyalar alemi.
Rüya görürken, bu sizin gerçekliğiniz olur.
Tam anlamıyla onları görürsünüz, onları duyarsınız. Onları gerçekten hissedersiniz. Bu esnada bedeninizin hareket ettiğini de görebilirsiniz, bunun gibi şeyler. Bir rüyadayken, uyanıkken deneyimleyeceğiniz her şeyi deneyimleyebilirsiniz. Rüyalarımız, gözlerimizle topladığımız resimlerden oluşur. Beynimiz bir film yönetmeni gibi, onları yeniden düzenler. Bazılarımız kendimizi kollarımız açık, karnımızın üzerinde Süpermen gibi ve farklı mekanlarda uçarken görebiliriz. Binaların arasında gezmek, makaslar atmak hızlanmak, aşağı yukarı uçmak, bence biraz abartı bir durum. İlginç bir şekilde, uçma rüyaları görmek ya da kabuslarında takip edildiğini görmek bir çok insan için ortak şeylerdir.
Beynimiz, hiç deneyimlemediğimiz durumları bile tamamen gerçekçi bir şekilde yaratabilir. Birisi beni takip ediyordu ve kendimi kaçmak zorundaymışım gibi hissettim. Kaçmaya başladım, onu alt etmem gerekiyordu. Adam benden daha hızlıydı. Ama hastanenin arka kapısından içeriye koşmuştum gibi. Bunlar gibi kötü rüyaların kayıtlarına tarih boyunca rastlarız. Ve bu gece görüntülerinin anlamları bizi hep etkilemiştir.
Müslümanlar bir rüya kitabı hazırlamışlardı.
Bu kitapta, rüyalarda görülen bilindik simgeler ve bunlar için önerilen yorumları sıralamışlardı. Onlar için rüyalar, bu dünya ile öteki dünya arasındaki sınırların fazlasıyla inceldiği bir zaman dilimiydi. Ama rüya kitabındaki rüyaların bir çoğunda görülüyor ki rüyalar aslında gelecekte neler olacağını anlamak için bir arayışmış. Günümüzde nasıl, güzel rüyalarımızı hayallerimiz bağlamında ele alıyorsak, kötü rüyaları da derinlere işlemiş ve genellikle evrensel korkuların anlaşılması bağlamında ele alıyoruz. Rüyalarımızda gördüklerimiz bizleri atalarımızın içgüdüleri ve korkularına doğrudan ulaştırabilir. Bu da görme duyumuzun geçmişte de, bugün de hayatımıza nasıl yön verdiğinin başka bir örneğidir. Görsel sistemimiz, bedenimizin ne kadar karışık bir şekilde çalıştığını diğer her şeyden daha kuvvetli bir şekilde gösterir.
Tarih boyunca, insanoğlunun gelişimine hız katmıştır ve geleceğimizi yönlendirmemizi de sağlayabilir. Gözlerimizin tarihi çok eski zamanlarımıza kadar uzanır. Bahsi geçmeyen, farkında olmadığımız, kıymetini bilmediğimiz bir yetenek. Ama incelendiğinde, gözlerimiz günlük yaşantımızdaki önemini ortaya çıkarıyor. Sınırlarımızı zorladığımızda, hepimiz içimizde yatan süper kahramanı bulabiliriz insanoğlunun bedeni.
Türkçeye kazandıran Oğuzhan Öğreden
Çeviri sahibinin bilgisi dışında değişiklikler yapılmıştır.
Smoke and mirror: Aldatmaya yönelik, asılsız açıklamalar için kullanılan İngilizce bir tamlama. Sihirbazlar için özel olarak kullanılırken, bugün bilgisayar dünyasında da henüz bitmemiş bir projeyi bitmiş gibi gösterme işi için kullanılıyor. Örneğin hazırlanan bir yazılımın bitmiş haliyle ilgili hazırlanmış ekran görüntüleri, bu bağlamda ele alınabiliyor.
4 yorum:
Okuyuculara fikir vermesi açısından, yukarıda "Yaratıcı, gözlerimizi bunların hepsini yapacak şekilde tasarlamış." olarak geçen cümlenin belgeselde geçen İngilizce halinin çevirisinin "Doğa, gözlerimizi bunların hepsini yapacak şekilde tasarlamış." şeklinde olduğunu belirtmem gerek. Aynı şekilde yukarıda "Müslümanlar bir rüya kitabı hazırlamıştı." şeklinde aktarılmış bölümün de "Üç bin yıl önce, Mısırlılar
bir rüya kitabı hazırlamışlardı." olarak geçtiğini yazsam yeterli olur sanırım.
Blog sahibine günümüzde emeğe gösterilen eşine, benzerine az rastlanır bir saygıyla adımı yazdığı için teşekkürlerimi sunar. Bu yorumumu yayınlayarak, sitedeki bu ve diğer yazının altına gerekli notları düşmesini rica ederim.
İyi çalışmalar.
Sayın Öğreden, çevirinizde yapmış olduğum değişiklikler çevirinizdeki yanlıştan ve uyumsuzluktan kaynaklanan bir durum değildir. Böylesine güzel bir çevirinin hatalarını aramaya çalışmak benim hattim hiç değildir. Çevirinizi düz yazıya çevirirken beni rahatsız edebilecek hatta bazı takıntılı olduğum kelimelin, yine benim tarafımdan yayınlanması sizde takdir edersiniz yayınlayana biraz ters gelir. Ama o bir kaç kelimenin dışındaki tüm bilgiler eşsiz bilgiler. Ayrıca bazen aradan ikili konuşma metinlerinide ayırmak gerekiyor. Bu sadece bu çeviri için değil kendi yazdığım veya alıntıladığım ve yazıya çevirdiğim vidyolarda tüm yazılarda buna çok önem gösteririm. İnanmadığım bilgileri başkasına aktarmam ve bu benim bilgi doğrulama merkezi olduğumuda göstermez.
Bu çevirinizi yazıya dönüştürürken sizin kadar çabalamasam da bende baya bir emek harcadım. Çünki altyazıdan böyle bir yazı oluşturmak, yarısı taş yarısı pirinç bir tepsiden pilav yapmak gibi birşey.
Uzun lafın kısası ben sizin gelipte çevirinizi kontrol edeceğinizi hiç tahmin etmemiştim. Böyle bir ihtimalin çok düşük olmasına rağmen emeğinize saygıda kusur etmeyip dediğiniz gibi imzanızı taklit ettim.
Daha da kısacası; Haklısınız, değişikliği belirtmeliydim.
Tekrar geldiğiniz için teşekkürlerimi sunar, çevirileriniz de kolaylıklar dilerim.
Ben de halimce amatör bir şekilde çeviriyle ilgileniyorum, amatör de olsam, niyetim yaptığım şeyi en iyi şekliyle yapmak. Tesadüfen hem belgeseli izlemiş hem de burayı okumuş kişilerin gözünde "taraflı çevirdiğim" izlenimi bırakmamak adına böyle bir not düşülmesini istemiştim. Sonuçta bizim hedefimizde kaynak dilde ne yazılmışsa, onu en iyi ifade edecek şekilde Türkçe'ye kazandırmak var.
Anlayışınıza ve ilginize tekrar teşekkür ederim.
Lütfen soru sormadan önce, sorunuzu öncelikle arama kutusunu kullanarak araştırınız.