Tat ve koku hakkında bilgiler

Çikolata Koku ve Tat
Çikolatanın Mis gibi Kokusu
Çikolatanın müthiş kokusu. Yiyeceklerin verdiği tensel haz. Kokular bizi görünmez bir sisle kuşatıyorlar. Çok eski anıları uyandırabiliyor, hatta karşı cins ile aramızda çekim yaratabiliyorlar. Bu yazımızda, hem tadacağız hem de koklayacağız.

Diğer bütün canlılar gibi etrafımız kokularla çevrilidir. Koku düşünme biçimimizi, verdiğimiz tepkileri ve hislerimizi etkiler. Her insanda muhteşem biçim ve boyutlarıyla farklılaşan burun, bu olağanüstü duyu alemine açılan bir kapıdır. Aldığımız nefes ile burun etrafımızdaki kokuları algılayan elektronik bir sensör gibi çalışır ve topladığı bilgiyi doğrudan beyne iletir.

Enfes bir yemek, güzel bir sohbet kahve eşliğinde. Tüm bunların anahtarı burunlarında saklı. Kokular, o akşamın nasıl geçeceğini belirleyebilir. Onların iştahını açabilir ve yemekten aldıkları zevki artırabilir. Bedenlerinden yayılan kokularsa birbirlerine verecekleri tepkileri belirler. Koklama duyuların en ilkel olanıdır. Çevreyle aramızdaki basit bir kimyasal tepkimedir. İlkel olmasına rağmen bize pek çok bilgi iletir. Etrafımızdaki hava, koku molekülleri ile yüklüdür. Bir fincan kahveden yayılan görünmez buğu, havaya kahvenin o müthiş aromasını taşıyan moleküler yayar.

Koku Burun ve Beyin
Koku, Burun ve Beyin
Bu moleküller bize çarpar ve etrafımızı sarar, burnumuzdan içeri çektiğimiz hava ile birlikte beyin tarafından koku olarak algılanır. İçimize çektiğimiz havanın çoğu akciğerlerimize gider. Ancak bunun %5'i hemen beynin hemen altında yer alan burnun üst kısmına gider. Burada nemli doku katmanları geçen havayı ısıtır. Buğu burun geçitlerinden ilerleyerek beyinden sadece yarım santimetre uzakta olan, sinir uçlarıyla dolu bir bölgeye ulaşır.

Koku molekülleri mukozada çözülür ve kıllı alıcılara takılırlar. Kat kat büyütüldüğünde bu bölge bir mercan resifine benzer. Posta pulu büyüklüğündeki bir alanda 5 milyon koku hücresi bulunur. Koku hücreleri molekülleri algılamak üzere hazır beklerler. Kokuyu molekülün şekli belirler. Farklı şekiller farklı kokular olarak algılanır.

Bir koku hücresi molekül yakaladığında, ince bir kemik tabakasını aşarak, elektronik bir sinyali doğrudan beyne gönderir. Diğer hiçbir duyu, bu kadar doğrudan beyne erişmez. Tat molekülleri neredeyse sonsuz çeşitliliktedir. Yemeklerden algıladığımız koku neyin yenilebilip, neyin yenilemeyeceğini gösterir. Bizi tehlikeden haberdar edebilirler. İster bir yaz günü açmış güllerin güzel kokusu olsun ister güneşte çürüyen çöplerin pis kokusu. Tepki vermemiz için birkaç molekül yeterlidir. Hassas burnumuz koku almaya yaramasının yanı sıra önemli bir görevi daha yerine getirir. Tat almada kullandığımız ana organdır. Yiyeceklerden zevk almak ve neyin yenilip yenmeyeceğini anlamak için bütün duyularımızı kullanırız.

Sindirim Üçlüsü: Sindirim sistemi hakkında bilgiler

Yiyecek
Yiyecek
Vücudumuz karmaşık bir makine barındırır. Bir enerji santralı, bir kimya fabrikası ve bir atık istasyonu bir arada bulunur. Bu makineyi çalıştırmak için yapmanız gereken tek şey yemektir. Bir ömür boyunca toplam 30 ton yiyecek tüketiriz. Bu yazıda beslenmenin anahtarı sindirim sistemini inceleyeceğiz.

Uyumak sindirim için bir fırsattır. Garry’nin bilinci kapalı olsa da sindirim sistemi çalışmaya ara vermiyor. Hala dün akşamki yemeği sindirmekle meşgul. Vücudumuzdaki her fonksiyonun başlangıç noktası, yiyecektir. Yediklerimizi sindirmeye günlük enerji gereksinimimizin yüzde 10'unu ayırırız. Yüzde 70'iniyse vücudu rölantide tutmaya, bizi yaşatan diğer fonksiyonlara harcarız. Geriye, enerjimizin sadece yüzde 20'si kalır ki onu da gün içindeki faaliyetlerimiz için kullanırız.

Besinler, kaslarımızın yaktığı yakıttır.

Bizi sağlıklı kılan temel maddeleri sağlar. Besinler aynı zamanda vücudun gördüğü zararı onaran ve iyileşmemizi sağlayan, içimizdeki bir ilk yardım çantası gibidir. Gece boyunca aç duran Garry, sabah ilk yemek olan kahvaltıya hazır. Yedikleri, vücudunda masadan başlayıp boşaltıma dek sürecek 24 saatlik bir yolculuk yapacak.

Yutma, Yutkunma Nasıl Olur, Epiglot Nasıl Çalışır
Yutkunma
İşlenmemiş gıdanın pek çok şekli, boyutu ve tadı vardır. İnsan, ömrü boyunca ortalama 8000 yumurta, yarım ton peynir, 6000 somun ekmek, 4000 litre süt, 24 koyun büyüklüğünde hayvan eti ve bir ton kadar meyve tüketir. Yutmak, yiyecek makinesini çalıştıran ilk adımdır. Bir şey yutarken bir dizi refleks sonucu nefes almamız durur. Yumuşak damak, yiyeceğin buruna kaçmasını önlemek için yukarı kalkar.

Dil kökünün arkasındaki epiglot denen ve elastiki bir kapak olan gırtlak kapağı, gırtlağı yani akciğere giden larenksi kapamak için geriye doğru bükülür. Lokma emniyetli şekilde yemek borusuna aktarılır. Yemek borusu, deriye çok benzeyen bir astarla kaplı, kaslı bir borudur. Bu borunun duvarları boyunca gerçekleşen kasılmalar, içindekileri öyle bir kuvvetle iter ki insan baş aşağı dururken bile su içebilir.

Peristaltizm adı verilen kasların dalgalı hareketleri, sindirim süreci boyunca yiyecek ve içecek taşıyan bir konveyör bandın başlangıcı gibidir. Sadece yiyeceği düşünmek bile ağzınızın sulanması için yeterlidir. 3 çift tükürük bezi her gün 1 litre tükürük üretir. Tükürük, dil altındaki minyatür kaynaklardan dökülerek yiyeceği sulandırır ve yutulmasını kolaylaştırır. Aynı zamanda ağzı ve dili nemli tutar. Tükürük, ağzınızda yiyecek varken hatta lezzetli bir şey düşündüğünüzde bile gerçekten fışkırmaya başlar. Buradan sonra yiyeceğin sindirim sistemindeki 10 metrelik kıvrımlı yolculuğu başlar. Bu sırada yiyecek fiziksel ve kimyasal saldırıya uğrar. Vücut, yiyeceklerin karmaşık bileşenlerini sistematik olarak parçalayarak faydalanabileceği basit besinlere dönüştürür. Saldırı çiğnemekle başlar.

Ağızda öğütmek, kesmek ve parçalamak için gelişmiş 32 diş bulunur. Diş minesi dediğimiz beyaz yüzey, cam kadar sert yapısıyla vücuttaki en sert maddedir. Ancak yaşayan bir dokudur ve yüzeyindeki küçük hasarları onarabilir. Dişler, katı yiyeceğin fiziksel yapısını parçalarken tükürük de ikinci bir saldırı düzenler. Tükürük iki enzim içerir. Bu kimyasallar, yiyeceğin karmaşık kimyasal yapısının parçalanmasına yardımcı olur. Enzimlerden biri nişasta moleküllerini şekere dönüştürür. Bunu test etmek için 1-2 dakika nişastalı bir şey çiğnerseniz kimyasal tepkimenin sonucunda ağzınızda oluşan şeker tadını hissedersiniz.

Kalp hakkında bilgiler

Ritmi insan tutkusunun karmaşıklığını, nefes kesici bir basitlikle besler. Bir ömür boyunca 2 buçuk milyar kereden daha fazla atarak 200 milyon litreye yakın kan pompalar. Başka hiçbir organ insan ruhuna bu kadar bağlı değildir. Çünkü onun varlığı yaşamın nabzıdır. Bu yazımızda insan kalbinin sırlarını keşfedeceğiz.

Kalp Atışı Animasyon
Kalp Atışı
Tango yapmak için iki kişi gerekir. Aşık olmak için de iki kişi gerekir. Birbiriyle uyumlu iki beyin. Birbiri için atan iki kalp gerekir. Ancak kalbin iç yüzü onun popüler imajını örter. Hiçbir duygu barındırmaz. Kalp sadece bir pompadır. Kanı bir damar labirentinin içinden vücudun en uzak uçlarına kadar ulaştırır. İç organlarımız arasında kalbin eşsiz bir yeri vardır. Çalıştığını hissettiğimiz tek organdır.

Özellikle de dans ederken egzersiz yaparken ya da bir şeyden kaçarken. Kalp atışının sesi yaşamın bir doğrulamasıdır. Vücudumuzun her yerine taze kan gittiğinin, bize sağlık enerji ve yaşama gücü verdiğinin bir sağlamasıdır. Kan yaşamın nehridir. Vücut içerisindeki yolcuğunda her hücreye gerekli maddeleri götürür. Aynı zamanda vücudun çöpçüsüdür. Çok çalışan kaslarımızdaki atık maddeleri alıp götürür. Kan getirdiklerini vücudun hücreleri arasında mekik dokuyan en küçük damarlara boşaltır. Bunlar arasında yiyecek su ve diğer kimyasallar yer alır.

Ancak en önemli yük oksijendir.

Vücuttaki her hücrenin sürekli bir oksijen kaynağına ihtiyacı vardır. İnsan vücudunda tepeden tırnağa kadar bu yaşam veren sıvıdan 6 litre bulunur. Kan karışık bir damar ağı içerisinden her kası, dokuyu ve organı dolaşır. Uç uca bağlansalar dünyanın çevresini 4 kez dolaşabilecek 160 bin kilometrelik bir uzunluğa ulaşırlar. Kanı hareket ettiren itme gücünü kalp sağlar. Geniş damarlarda kan saatte bir buçuk kilometre hızla akar. En küçük kılcal damarlara ulaştığında bu hızın binde birine yavaşlar. Bu yavaş akış kana vücudun 60 milyar hücresiyle madde değiş tokuşu yapması için bol bol zaman tanır. Kalp bütün dolaşımı hızlandırabilir ya da yavaşlatabilir.

Dinlenmiş bir vücut çok fazla oksijen istemez. Kalp yavaş atar ve kanın her yeri dolaşması 1 dakika sürer. Ancak egzersiz yapınca ya da heyecanlanınca hücreler yiyecek ve oksijen açlığı çeker. Kalp onları iyi beslemek için daha hızlı atar.

Kan sudan yoğundur çünkü birkaç tür hücre içerir. Oksijen taşıyan alyuvarlar kana karakteristik rengini verir. O hücreler olmadan kan soluk bir sarı tonundadır. Her toplu iğne ucu kadar kanda 5 milyon alyuvar bulunur. Vücuttaki 40 kadar hücre türü için yaklaşık 2500 milyar alyuvar vardır. Alyuvarlarda özellikle oksijen taşıması için özel bölümler vardır. Hemoglobinin bu bilgisayar modellemesinde, 4 küçük sarı bölge çok önemlidir. Bunlar oksijen için mıknatıs görevi görür. 10 bin atomdan oluşan bu koca molekülün geri kalanı, sadece bu çok özel bölgeler için barınak işlevi görür.

Akciğerde yoğun bir kan damarı ağı bulunur. Bu damarlar küçücük hava dolu keseciklere sarmalanmıştır. Burada hemoglobine oksijen yüklenir. Kanın beşte biri her zaman akciğerde bu hayati önem taşıyan işi yapmaktadır. Akciğer dokusuna sarmalanmış milyonlarca kılcal damardan bir kan seli akar. Hava keseciklerindeki oksijen ince ara duvarlardan kana rahatlıkla geçerek alyuvarlara karışır. Oksijen kaynağı azaldığında kanın mavimsi bir rengi olur. Bu hayati gaz geldiğindeyse sağlıklı bir kırmızı renge bürünür. Sıvı oksijen kaynağı artık gereken yere gitmeye hazırdır. Bu da kalbin işidir. Akciğerlerin arasına tuhaf bir açıyla yerleşmiş kalp yumruktan biraz daha büyüktür ve yarım kilodan hafiftir.

Yaygın kanının aksine kalp göğsün ortasındadır ancak en güçlü nabız atışları en alt kısımda olur. O yüzden kalbimizin vücudun solunda attığını hissederiz. Dinlenirken kalp dakikada 70 kez atar. Bir ömür boyunca günde 100 bin kez. Her atışta 1 litrenin 30'da biri yani bir su bardağının dörtte biri kadar kan pompalanır. Kalbin pompalayan duvarları sıra dışı bir kas hücresinden oluşur. Mikroskopla bakıldığında her bir kalp hücresi sürekli kendi ritimleriyle seğirmekte. Ancak iki kalp hücresi birbirine dokunduğunda, çok zayıf elektrik akımlarının teşvikiyle tek olarak atmaya başlar. Kalbin elektrik sistemi incelendiğinde kaslar arasında dolaşan akımlar görülür. Bu akımlar kalp pili olarak bilinen bir grup sinir hücresi tarafından yönetilir.

Deri hakkında bilgiler

Deri Epidermis
Deri (Epidermis)
Dünya dışındanmış gibi görünüyor olsa da burası mars değil. Yüzeyde ölüyken termostatın karmaşık tesisatı ve elektronik algılayıcılarının altında nabız gibi atar. Bu yazımızda insan derisinin derinliklerini keşfedeceğiz.

Ağırlığımızın yaklaşık 5 kilosu derimizdir. Bu ağır örtünün toplam alanı 2 metrekare kadardır. Sadece kağıt inceliğinde olsa da derimiz şaşırtıcı dayanıklılıkta bir zırh sağlar. Deri vücudumuzu örterek içerideki hayati organları korur. Yüzerken en dıştaki deri katmanı özel bir mayo gibi suyu vücudundan uzak tutar. Ancak deri sadece koruyucu bir zırh değildir. Vücut mekanizmamızın çok önemli bir parçasıdır. Çok katmanlı ve çok amaçlı derimiz hayatta kalmamızda temel bir rol oynar.

Derimiz dünyaya sergilediğimiz parçamızdır. Zengin çeşitliliğiyle kökenimizi, ruh halimizi, karakterimizi ve yaşımızı ortaya koyabilir. Ancak bu yüzeyin hemen altında inanılmaz bir yer altı dünyası, hayatta kalmamızı sağlayan zarif ve karmaşık bir sistemler ağı vardır. Mikroskop altında karmaşık bir tesisat ve elektronik bir labirente göz atıyoruz. Elimizin 1 santimetre karesinde ortalama 42 santimetre kan damarı, 100 acı algılayıcısı, 5 kıl, 21 metre sinir, 5 ısı algılayıcısı, 12 basınç algılayıcısı ve 1400 sinir ucu bulunur. Bu ekipman günün her anı bizi zarardan korumak, vücut ısısını kontrol etmek, bizi tehlikeden haberdar etmek için çalışmaktadır.

Her insan ince derilidir. Derinin en dış katmanı olan epiderm bir kağıt sayfasının yarısı kalınlığındadır. Epidermin temelinde deri hücreleri sürekli olarak bölünür ve büyür. Yeni hücreler yol bulup yüzeye çıkarlar. Yeni hücreler yüzeye ulaşınca sertleşir ve ölür. Gördüğümüz ve dokunduğumuz deri aslında ölüdür. Her gün 10 milyar ölü deri hücresi dökeriz. Bu bir ömür boyunca yaklaşık 23 kilogram eder. Sonuç olarak epiderm sürekli olarak yenilenir. Her 6 haftada bir yeni bir üstderimiz olur. Şaşırtıcıdır ama derimizi bir yılandan daha sık değiştiririz.

Bizi dış dünyadan sadece ölü bir deri katmanının koruduğunu düşünmek zor olsa da onsuz en ufak yağmurda bile boğulabiliriz. Bu dıştaki hücreler, suyu ve kimyasal maddeleri dışarıda, vücudun nemini ise içerde tutmak için çatı kiremitleri gibi üst üste biner. Bu katmanı kaybedersek, hayati önem taşıyan vücut sıvıları dışarı sızacağından ölebiliriz. Dış derimiz bizi saldırgan bir çevreden korumak için gelişmiştir. Mükemmel bir yaz gününde bile vücudumuz tehlike altındadır. Güneş yağı güneşin zararlı mor ötesi ışınlarını engeller. Yakıcı güneşte vücudun kendi korumasına destek olmak için güneş yağı şarttır.

Güneşte uzanırken, özel hücreler melanin olarak bilinen kahverengi bir pigment üreterek güneş ışığına tepki verir. Kontrollü şekilde güneşlenirse Melanin ona altın rengi bir ten kazandırır. Bunlar pigment hücreleri. Epidermin alt katmanındaki melanin yüklü koyu lekeler. Bu hücrelerin sayısı her insanda aynıdır ancak koyu tenli insanlarda pigment hücreleri daha aktiftir. Ne kadar çok melanin üretilirse koruma o kadar iyi gerçekleştirilir. O yüzden açık tenler güneş yanığı ve deri kanseri tehlikelerine daha açıktır. Ancak güneşten tamamen kaçamayız. Deri hücreleri güneş ışığındaki enerjiyi, güçlü kemiklerin oluşumuna yardım eden D vitamini üretmek için kullanır.

Yolculuğumuz bizi şimdi derinin ikinci katmanı olan dermise götürüyor. Et dünyasının makine odasına giriyoruz. Yumuşak ve esnek derimiz eğilmemizi ve gerinmemizi sağlar. Derimiz dayanıklı esnek liflerden, kolajenden ve elastinden oluşur. Bu yumuşak ve esnek katmanlar darbeleri emici görevi görür. Derinin elastiki özellikleri inanılmazdır. Derinizi çimdikler ya da gererseniz eski konumuna döner.

Kaslar hakkında ilginç bilgiler

Kas Sistemi, Pazı
Pazı Kası
İnsan vücudu ince ayarlı bir makinedir. Tüm insanlar aynı kas ve kemik yapısından oluşur, fakat onları şaşırtıcı derecede farklı görevlerde kullanabiliriz. Güç ve hız, mükemmel kontrol ve zarif bir denge sayesinde. Bedenlerimiz bir yaratılış ve tasarım mucizesidir. Bu yazıyı okumaya devam ederseniz; kas ve kemiğin gücüne tanık olacaksınız.

Bobby Thatcher suya inmek üzere. O Olimpiyatlarda kürek çekmede umut vaat eden bir sporcu. Sabahın erken saatlerindeki bu çalışma Bobby'nin yoğun eğitim programının sadece bir parçası. Bobby takıma girmek için performansını sürekli olarak geliştirmek zorunda. Vücudunun nasıl çalıştığını anlaması, ona rekabette öne geçmesi için gereken avantajı verebilir. Onun durumunda bilgi gerçekten güç demektir. Bugün zamanla yarışacak. Çünkü yakında zamana karşı yapılan denemelere girecek.

Kürek çekmek insan makinesi için bir gösteri konusudur. Güçlü çekişleri, eğitimli kaslarıyla, mükemmel bir uyum içinde çalışıyor. Isıya duyarlı bir kamera kayığa güç veren biyolojik motorun sırlarını gözler önüne seriyor. Kaslı pistonlar eklemlerde döndürülen ve doğal yağlarla yağlanan kaldıraç işlevli kemikleri bağlıyor. Kaslar gücünü kan dolaşımında çözülen şekerden alıyor. İnsan gücü suni bir kaldıraç haline dönüşüyor.

Karbon lifli kürek çelik bir halka içinde dönmektedir. Bobby'nin dâhili yakıt kaynağı düzgün ve verimli bir şekilde küreğin palasındaki güce dönüşmekte ve kayığı ilerletmektedir. Ancak Bobby kazanmak için kayığın insan motorunu her bakımdan mükemmelleştirmek zorundadır. Bobby bir olimpik eğitim laboratuvarında ciğerlerini test ediyor. Kaslarındaki yağı yakması için bol bol oksijene ihtiyacı var. Akciğer kapasitesi inanılmaz. Bir nefeste içine 7 litre kadar hava çekiyor. Bobby ısınırken solunumunu dikkatle düzenliyor. Yumuşak egzersizler vücuttaki kan dolaşımını artırır. Kaslar oksijeni daha etkili kullanabilecek seviyeye gelirler. Bobby'nin kullanacağı enerji zaten glikojen denen bir tür şeker biçiminde dokularında depolanmış durumda. Kasları daha fazla şeker yaktıkça, fazla ısı kanı tarafından deriye taşınacak ve oradan da etrafa yayılacaktır.

Yüzündeki küçücük kan damarları kanın soğumasına yardımcı olmak için çabucak genişler. Tamam, sıradaki aşamaya hazır ol. Bobby'nin eğitimini test etme vakti geldi. Vücudu hem sudaki başlangıç çizgisinden itibaren hem de laboratuvarda deneniyor. Laboratuvarda geçirdiği saatler Bobby'ye vücudunu nasıl en iyi şekilde kullanacağını öğretti. Yoğun inceleme altında en iyi performansa ulaşmak için 2000 metrelik zorlu yarışın provasını yaptı.

Bobby kısıtlı enerji rezervini akıllıca kullanmak zorunda. Kas yakıtındaki kimyasal enerjinin sadece dörtte biri kullanabileceği bir güce dönüşüyor. Dörtte üçü ısı olarak boşa harcanıyor. Tıpkı modern bir arabanın motoru gibi insan kası da yüzde 25 verimlilikle çalışır. Ancak kimse makinelerin devasa enerji kaynaklarıyla boy ölçüşemez. Güç grafiğine bakıldığında, ilk nokta Bobby'nin ilk enerji patlamasına işaret ediyor. Ancak kasları yarış boyunca aynı tempoyu tutturamaz. Sonraki birkaç dakika boyunca daha sakin bir gezinti yapmak zorunda. Bu düşük tempoda insan motoru yarım beygir gücünde. En üst seviyede ise dört buçuk beygir gücüne erişebilir. Ortalama bir arabayı çalıştırmak için Bobby gibi 50 sporcu gerekmektedir. Yoğun eğitim Bobby'nin performansını zirveye taşıyor. Ancak her randımanlı makine gibi, insan vücudunun da sağlam bir iskelete ihtiyacı vardır.

9 haftalık ceninde kemikler oluşmaya başlamıştır. Elastik bir kıkırdak dokusu etrafında gerçek kemikler oluşur, daha sonra bu kıkırdak eriyecektir. Bu dâhice tasarım, bebeğin iskeletinin darbelere dayanmasını ve kafatasının doğum sırasında hafif sıkıştırılmasını mümkün kılar. Kafatası kemikleri 18 ay boyunca tam olarak birleşmeyecek. Böylece bebeğin beyni tam boyutuna ulaşabilecek. Bebekler 350 kemikle doğar. Bir yetişkine göre fazladan 150 kemikleri vardır. Bu kemiklerin çoğu çocuklukta birbirine kaynar. Ve 25 yaşına gelen normal bir yetişkinin geriye 206 kemiği kalır. Böylece yetişkin bir insanın daha az ancak daha güçlü kemikleri olur.

İnsan beyni hakkında ilginç bilgiler

Beyin
Beyin
Gerçekleştirdiğimiz her hareketi kontrol eder. 14 milyar hücresiyle muazzam karmaşıklıkta bir ağ oluşturur. Bu sayede doğduğumuz andan itibaren öğrenmemizi sağlar. Bu hareketsiz katlar vücudun en meşgul organıdır. Bize sürekli anlayış ve yaratıcılık sağlar. Bu yazıyı okurken beyniniz kendinin farkına varacak.

"Düşünüyorum, öyleyse varım." İşte bütün insan düşüncesinin ve bilincinin yuvası. İnsan beyni, yaradılışın en bilinmeyeni, ancak kendi varlığından haberdar olan tek nesnedir. Aynı zamanda karmaşık bir bilgi işlem merkezidir. Gözlerin net görüşünü, duyuların etrafımızdaki sesleri ve güzel kokuları algılayışını, dudakların hassas kıvrımlarına dokunanları ve derinin her santimini kullanır. Bu duyular bizi ılık rüzgara ya da karın soğuğuna, en hafif dokunuşa ya da yakıcı acıya karşı uyarır.

Bu sinyaller vücudun bilgi otoyolu omurilikten geçer. Bu narin sinir yığını, dikenli zırh omurga tarafından korunmaktadır. Omurilik yukarıda, kafatasının kemikli miğferine bağlanır. Kafatası tüm dış dünyayı kuşatabilecek küçük bir organı barındırmaktadır. Brian ve sınıf arkadaşları bu değerli cevherin tam olarak farkında değil. Vücuttaki diğer organların aksine, beynin durmak bilmez faaliyetlerini kolayca hissedemez ya da izleyemeyiz. Ancak insanların başarısının sırrı beyindir.

Dünyaya güç ya da hız yoluyla değil, bu özel organın gelişimiyle hakim olduk. Dil ve matematik gibi soyut semboller ile düşünebiliyor ve nesilden nesle bilgi aktarabiliyoruz. Beynin gücü ilk bakışta belli olmaz. Aşırı büyük bir cevize benzeyen beyin, 1300 gramlık yumuşak ve sulu bir dokudur. Beynin sırrı, mikroskobik boyuttaki milyarlarca sinir hücresinde saklıdır. Düşündüğümüz sırada, bu sinirlerde bir anlık elektrik sinyalleri yanıp söner. Bu, tıpkı bir bilgisayar çipi hesap yaparken minicik transistörleri arasında elektrik akımının dolaşmasına benzer. Ancak beynin sinir ağı çok daha karmaşıktır.

Tek bir beyindeki 10 trilyon bağlantı, Samanyolu'ndaki yıldız sayısının 100 katıdır. Aktif beyin hücreleri bolca enerji kaynağına ihtiyaç duyar. Kan damarı ağı, beynin yakıtı olan oksijeni ve şekeri getirir. Beynin içinden her dakika yarım litreden fazla kan geçer. Ve sürekli bir kan kaynağı şarttır. Oksijen kesildiğinde sinirler hızla ölür. Sadece birkaç saniye sonra, bazı hücrelerin faaliyeti durur ve bilincimizi kaybederiz. Birkaç dakika sonra beyin kalıcı hasar alır.

Göz ve görme hakkında ilginç bilgiler

Pencere Arkasında Güzel Bir Yüz
Pencere Arkasında Güzel Bir Yüz
Bir kameradan daha hassastır. Parmak izi kadar kişiye özgüdür. Duygusal sırlarınızı ele verebilir ve astarı aslında beyninizin bir parçasıdır. Bu inanılmaz organ, görmenin yanı sıra etrafımızdaki dünyanın anlamını da çözer. Bu yazıda bir ressamın gözüyle görme duyusunu derinlemesine inceleyeceğiz.

Güneşin ışıkları her sabah dünyamıza yayılır ve onu ışığa boğar. Çoğu canlı gibi insanın gözleri de ışıktan yararlanarak çevresini algılamasını sağlar. Bir manzaraya ya da nesneye baktığımızda, ne kadar kafa karıştırıcı ya da karmaşık olursa olsun onu çabucak yorumlayabiliriz.

Burada 4 nesne mi görüyoruz? Resmin her bir köşesinde bir nesne mi var? Tabii ki hayır. Bunun bir pencerenin ardındaki bir insan yüzü olduğu çok açık. Ressamımız Caroline resim yapmaya başladığında bu yeteneğini kullanacak. Ancak sanat filmleri çeken Guy'in kamera kullanması gerekiyor. Ve kamera bir ayrım yapamaz, sadece bir görüntüyü yakalayabilir. Resimleri kamera gibi gördüğümüzü sanırız ama gözlerimiz ve beynimiz çok daha karmaşık bir iş yapmaktadır. Bir kamera, her türlü ışık değişimi de dahil bütün ayrıntıları kaydeder. Ancak insan gözü sadece önemli olana odaklanır.

Örneğin bir portakalın rengi her zaman aynı görünür. Gerçekte gözlerimiz ve beynimiz turuncu rengi farklı aydınlatma şartlarında tanımlar. Muzu kısmen rengi kısmen de şeklinden tanırız. Bir kâse meyvenin resmini yapmak istediğimizde konturlarına biçimlerine dokularına ve gölgelere bakarız. Önce tararız sonra da sahneyi bütün bu özellikleri değerlendirerek analiz ederiz. Bir kamera bunların hiçbirini yapamaz.

Guy, ressamın nasıl çalıştığını anlatan filmini çekerken, kamerası görüntüyü bir kasete yazıyor ve bu televizyona aktarıyor. Oson analizi yapmak ise gözlerimize kalıyor. Yetenekli bir ressam olan Caroline’nin iyi bir kompozisyon bilgisi var. Beyni ve gözleri, dünyayı görüp yorumlamada birlikte çalışır. Gözlerimiz başkalarına kişiliğimiz ve beynimiz hakkında ipuçları verir. Zekamıza, bilincimize hatta kimilerine göre ruhumuza açılan bir penceredir. Caroline’nin dikkatini nereye verdiğini çok açık gösteriyorlar. Ayrıca gözlerinden ne zaman yorulduğunu ya da dikkatinin dağıldığını da anlayabiliriz. Sevinç, kızgınlık ya da üzüntü gibi duygularımızı açığa vururlar.

Gözlerimizin tahrişe ya da saldırıya karşı pek çok savunma hattı vardır. Göz kapakları gözü örtmek için açılıp kapanır ya da kirpikler gözümüze girmeden kiri tutar. Dışarıdan bir şey gözümüze girerse, bir sonraki savunma su yardımıyla dışarı atmaktır. Gözlerimiz ömrümüzün sonuna kadar gözyaşı üretir.

Gözyaşı, göz kapaklarının dış köşelerinin altındaki bezlerden gelir ve gözlerin üzerinde durmaksızın akarak sulu bir katman oluşturur. Alt göz kapağı boyunca sıralanmış küçücük bezler yağ üretir. Bu yağ, suyu ortamdaki havadan ayırır ve ince, düzgün bütün bir tabaka oluşturur. Gözün çıplak yüzeyini bütünüyle korur. Bu, gözkapağının altından çıkan yağlı tabaka. Su aynı zamanda enfeksiyonları önlemek için bakterileri yok edici bir madde de içerir. Göz yaşlarımız nadiren taşar. Onun yerine bu küçücük nehir ölü hücreleri, tozu küçücük kılları yıkayıp gözün iç köşesine doğru götürür ve orada bir deliğe akıtır. Oradaki boru bütün döküntüleri buruna aktarır.

O kadar sık göz kırparız ki gözlerimiz her gün neredeyse yarım saat kapalı kalır. Eskizinden memnun kalan Caroline şimdi yağlıboyaya geçecek. Ve göz kırpma oranı yaptığı işin her aşamasında değişecek. İşine odaklandığında daha az göz kırpıyor. Her göz iki buçuk santimetre çaplı 7 gram ağırlığında bir küredir. Birlikte çalışan 6 kas sayesinde çevrilir ve döndürülür. Hatta az da olsa bükülmesini sağlayan bir çift kas bile vardır. Karmaşık görme işlemi burada başlar.

Işık, gözbebeğindeki kornea denen saydam camdan içeri girer. Korneanın bombeli yüzeyi ışığı kırarak gözün içindeki bir odak noktasına yönlendirir. Korneanın yapısı bir arabanın çok katlı lamine camına benzer. 3 ana katmandan oluşur. Ve kornea, ona iyi bakmamız gerektiğini hatırlatan acı algılayıcılarıyla donatılmasına rağmen, esnek merkez bölgesi çok dayanıklıdır. Ve sadece 5 hücre kalınlığında, yaşam dolu bir katmanı destekler. Bu katman sürekli olarak kendini yeniler. İçeride yeni hücreler büyür ve bir hafta içinde dış yüzeye ulaşırlar. Burada eski hücreler ayrılır ve daha henüz canlıyken, akan göz yaşlarımızla birlikte dışarı atılırlar. Keskin bir odaklanma için korneanın dış yüzeyinin tamamen pürüzsüz olması gerekir. Yağlı tabakanın oluşturduğu düzgün kaplama, dış hücre katmanındaki en hafif pürüzü bile düzeltecek biçimdedir. İncecik kan damarları göz akına oksijen ve besin sağlar. Ancak korneanın kenarında aniden son bulurlar. Böylece hemen ötede dış dünyaya bir pencere açılır.

İçimizdeki İnsan Üstü

Kas, Lif, Filament
Kas
Çoğumuz bedenlerimizi yeterince tanıdığımızı sanırız. Ama baskı altında kaldıklarında, bedenlerimiz bize ne kadar sıra dışı olabileceklerini gösterir. Bu gelişmiş makine o kadar karışık ki, hala içimizde olan bir çok olay bizi şaşırtmaya yetiyor. Gizli bir dünya, ama artık eski zamanların aksine bu dünyayı 3 boyutlu olarak inceleyebiliyoruz.

Birçoğumuz kemiklerimizde ve kaslarımızda bulunan insanüstü gücün farkında değiliz. Ama acil bir durumda, çok hızlı koşabiliriz yere ölümcül bir şekilde çarpıp, kurtulabiliriz hayal bile edemeyeceğimiz ağırlıklar kaldırabiliriz ve miller boyunca araba sürebiliriz.

Kaslarımız. Binlerce lif. Milyonlarca filament. Başka bir deyişle bize gücümüzü veren mikroskobik motorlar. İnsan bedeni sınırlarını zorlarsa harekete geçmek için hazır bekliyorlar. Bir hortum Missouri ovalarından saatte 240 km/h den yüksek bir hızla, yoluna çıkan her şeyi talan ederek geçiyor.

Yoluna çıkan, prefabrik bir evin üzerinden geçerken bir adam fırtınanın kalbine doğru çekiliyor. Fena halde sarsıldıktan sonra bedeni tamamen gevşemiş bir şekilde gökyüzünden 400 km. ileriye düşüyor. Çok şaşırtıcıydı. Olması gereken yerde olmadığını biliyordu ve olup bitenleri kavraması neredeyse bir dakika sürmüştü. Matt'in tek bir kemiği bile kırılmamıştı. Peki, bu nasıl olabildi? Bilim adamları Matt'in yere en azından saatte 48 km/h bir hızla çarptığını tahmin ediyorlar. Buna rağmen kemikleri, iç organlarını ezilmekten korudu.

İskeletimiz 206 kemikten oluşmaktadır. Kollarımızdaki ve bacaklarımızdaki en büyüklerinden ellerimizdeki ve ayaklarımızdaki en küçük kemiklere kadar. Yaşarken yaptığımız hareketler için bize güçlü ve esnek yapımızı veren de bunlardır. Kemiklerimiz inanılmaz şekilde sağlamdır. Klasmanları çok farklı olsa da, kemik betondan bile sağlamdır. Yeryüzünde başka hiçbir malzemede görülmeyen bir sağlamlık-ağırlık oranı vardır. Kemiklerimizin gücünün ve hafifliğinin sırrı içinde yatmaktadır. Bu sır boş hücrelerden oluşan bir yapıdır. Duvarları kağıt kadar incedir. Kemiklerimiz sağlamlığını kalsiyum ve fosfordan alır, dişlerimizde ve deniz kabuklarında bulunan malzeme de budur.

Ama şaşırtıcı bir şekilde kemik yapımızın neredeyse yarısı yumuşak ve canlıdır. Böylece kemiklerimiz esneklik kazanır. Her yedi yılda bir sağlıklı bir insan bedeni her bir kemik hücresini yeniler. Bu yenilenme kemiklerimizi son derece güçlü, aynı zamanda şartlara eşsiz bir şekilde uyumlu kılar. Kemiklerimizin asıl güzelliği de, hammaddeleri el verdiğince bulundukları bölgeye özel olarak karşılaştığı durumlara göre değişebilmesidir.

Aynı zamanda, kemiklerimizde onları bükülerek, ezilerek ve bir çok farklı zorlanma şekliyle kırılmaktan koruyacak geometrik tasarımlar vardır. Siz neyseniz, kemikleriniz de odur. Ve onlar da parmak izleriniz kadar benzersizdir. İhtiyaçlarınıza göre sürekli değişirler. Bir koşucunun bacak kemikleri, bir yüzücününkinden daha güçlüdür. Bir tenisçinin raket kolundaki kemikleri daha büyüktür. Kemiklerimiz dünyadaki hiçbir maddeye benzemezler. İnanılmaz noktalara zorlanmaya bile dayanabilirler.

Matt çeyrek mil uzağa düştüğünde kemiklerinin kırılmamasını sağlayan sadece sağlam olmaları değil, aynı zamanda esnek de olmalarıydı. Göğüs kafesi neredeyse 2,5 cm kadar esneme payına sahipti. Uyluk kemiğimiz, kırılmadan önce neredeyse bir tona kadar kuvvete dayanabilir. Matt'in hayatını kurtaran, kemiklerinin doğal dayanıklıklarını en üst seviyede kullanmasını sağlayan, son anda olan bir şeydi. Fırtına evi vurunca, odanın diğer tarafından bir lambayı havalandırmıştı. Ve bu lamba onu bayılttı. Matt'in bedeni de böylece tamamen gevşemişti. Bütün kasları tamamen gevşemişti. Bunun sayesinde kemikleri düşmenin şokunu karşılayabildi. Eğer bilinci açık olsaydı bu haliyle olandan çok daha fazla zarar görebilirdi. Son derece gevşemiş olması, fazla yaralanmamasının nedeniydi. İnanılmaz bir şey. Her yerinde kan vardı, ama fazla sakatlanmamıştı.

Seyit Onbaşı
Seyit Onbaşı
Hepimizin içinde inanılmaz bir güç vardır. Tahmin ettiğimizden de çok. Normal bir insan bile bu kahramanın kaldırdığı ağırlığı kaldırabilir, ama sadece Seyit'inde dediği gibi böylesine acil bir durumda.

Uçuruma ve mutlak ölüme sürüklenen bir dağcı, kaslarında olağan sınırlarının çok üstünde bir güç buluyor. New Mexico'da ki Sandia Dağları bir çok dağcıyı sınav ediyor. Bu dağların granit yüzeyi, kırılganlığıyla ünlüdür. Sinjinin ayağı kayıyor ve içgüdüsel olarak elleriyle kayanın üzerine tutunuyor. Ancak sinjinin en kötü günü. Kaya başka bir deyişle 540 kg’lık devasa duvar ellerine geliyor. Kaya levhası Sinjin'i sıkıştırmıştı. Bu levha göğüs kafesini kırabilirdi, ama kol kasları kayayı tutmayı başarmıştı, ama sadece tutabiliyordu. Daha kötüsüyse, eğimli bir çıkıntıda olmalarıydı. Yani yüksek bir yamaca ve ölüme doğru kayıyordu.

Dengenin Sesi Kulak

Büyük Kulak, Kepçe Kulak
Büyük Kulak
Algının kapısı binlerce şekilde açılır. Biz de onu binlerce şekilde süsleriz. Ama asıl güzelliği, kafatasının derinliklerine gömülüdür. Birbirinden tamamen farklı iki işleve sahip tek organdır. Sesleri algılar. Yere sağlam basmamızı sağlar. Bu küçük mimari parçası olmasa bütün iskeletimiz yere yıkılabilirdi. Bu yazı insan kulağını duyuracaktır. Tabi duyabiliyorsanız.

Kulakların içinde, Zeta'nın adım atıp sıçramasını sağlayan hassas bir mekanizma bulunur. Uluslararası bir jimnastikçi olan Zeta'nın kariyeri için en gerekli organları kulakları. Birer kapı niteliğindeki kulaklar, müziğin beyne ulaşmasını sağlıyor. Böylece ritim ve melodi, zarif ve ilham verici bir hareket akışına dönüşüyor. Daha da önemlisi, Zeta'nın kulaklarında, dengesini sağlamasını mümkün kılan organlar bulunuyor. İster yerde ister havada uçuyor olsun, vücudunun her hareketini takip ediyorlar. Kulağın karmaşık mekanizması olmasaydı, böylesine güzel bir gösteriyi asla izleyemezdik daha da önemlisi duyamazdık.

Hepimiz Zeta kadar iyi bir performans sergileyemeyiz ama kulaklarımız bizi etrafımızda olanlardan sürekli haberdar eder. İletişimin sadece insana özgü olan şekli konuşma ile bir köprü kurarlar. Yaratılıştaki ustalık burada da kendini göstermiş, kafatasının sağlam kemikleri içindeki boşlukta, mümkün olan en hassas alıcıları yerleştirmiştir. Kulağın sadece bazı kısımları duyma için kullanılır. Yuvarlak kulak zarı, bir kemik kümesi ve salyangoz şeklindeki koklea.

Kulaklarımız milyonlarca farklı sesi ayırt edebilir. Bu konuda bütün hayvanlarınkine göre daha gelişmiştir. Sesleri arasında çok küçük farklar olan yüzlerce arkadaşımızı ve tanıdığımızı birbirinden ayırt edebiliriz. Bir sürü ilgi dağıtıcı şey arasında ne söylediklerini duyabilir, hatta sadece seslerini duyarak yerlerini anlayabiliriz. Yön bulma yeteneğimiz daha çok iki kulağa sahip olmamıza dayanır. Zeta'nın sol tarafındaki bir ses, o kulağına sağ kulağından önce ulaşır. Saniyenin birkaç milyonda biri gecikmeyle de olsa antrenörünün tam yerini anlamasını sağlar. Kulaklar birbirinin aynası değildir. Az da olsa farklı olduklarından aynı sese farklı tepki verirler.

Kulağın kıvrımları, parmak izi gibi insandan insana farklılık gösterir. Yön bulma duyumuza keskinlik kazandırırlar. Sesler, kulağı farklı açılardan bombardımana tutarken, bu katmanlar ve kıvrımlar bazı frekansları büyültür, bazılarını da küçültürler. Seste yaptıkları hafif değişiklikleri düşünmeden algılarız. Etli dış kulak ses dalgasını kafamızın içine, 2,5 santimetre uzunluğundaki kulak kanalına yönlendirir. Kıllar ve kulak kiri, tozu ve meraklı böcekleri uzak tutar. Uzak uçta, ses dalgaları dış dünyayla kulağın iç mekanizması arasındaki tek engel olan kulak zarına çarpar. Bu zar sıkı bir şekilde kulak kanalı boyunca uzanır. Kulak zarı her seste titreşir. Bütün duyma işlemini bu basit hareket başlatır.

Ses, kulak zarından sonra kulak içinde karmaşık bir yolu takip eder ve sonunda salyangoz şekilli koklea tarafından analiz edilir. Bu yolculuk vücudun en küçük yapılarından birinde gerçekleşir. Ses kulak zarından sonra havayla dolu boşluktan yani orta kulaktan geçer. Orta kulak sadece 8 milimetre genişliktedir. Titreşimler üç küçücük kemik tarafından iletilir. İlki doğrudan kulak zarına bağlı olan çekiç kemiğidir. İkinci kemik adını sözde örse olan benzerliğinden almıştır. Bir pirinç tanesinden büyük olmayan üçüncüsü ise vücuttaki en küçük kemiktir. Yapısına uygun olarak üzengi adını almıştır. Bu kemikler çok küçük kaldıraçlar gibidir. Ses dalgalarının basıncını 20 kat artırırlar. Ancak bu mekanizma aynı zamanda daha içerideki hassas yapılar için bir korumadır. Kulak zarı tehlikeli derecede yüksek bir sese maruz kalırsa, vücudun en küçük iki kası gerginleşir ve çılgınca titreşen kemikleri zapt eder.

Çocuklukta sadece kulak kemikleri büyümez. Bir yetişkinin kulak kemikleri, yeni doğmuş bir bebeğinkiyle aynı boydadır. Bu mükemmel ayarlanmış mekanizma şaşırtıcı derecede zor şartlara dayanabilir. Dışarıdaki basınç aniden değişirse orta kulakta sorun yaşanabilir. Kulak zarı gerilir ve kemiksi kaldıraçların dengesi bozulur. Uçak yolculuğunda yaşanan yükseklik değişiklikleri kulak ağrısına neden olabilir. Hassas zarlar bozulurken beyne ağrı sinyalleri gönderir. Boğaza bağlı ince bir tüpten hava geçerken ağrı hafifler. Basınç, dışarıdaki havanın basıncıyla eşitlenir.

Orta kulaktaki ses dalgalarının yolculuğu, üzengi kemiğinin titreşip oval pencere denen ince bir zara baskı yapmasıyla son bulur. Daha ötede, iç kulağın sıvı dolu boşlukları bulunur. Tıpkı bir balinanın sualtındaki şarkısı gibi, ses şimdi kokleanın oyuk kabuğunu dolduran tuzlu sıvı içinde yankılanır. Salyangoz biçimli koklea, kafatasının kemikli siperinin derinliklerinde, en kalın kısmında gömülüdür. İç yapısını ancak bu kemiği parçalayarak anlayabiliriz. Bezelye büyüklüğündeki koklea olağanüstü karmaşıklıkta bir mekanizmaya sahiptir.

Duyma, Kulak
Kulakta Duyma
Spiralden yukarıya doğru, vücudumuzun doğal mikrofonu korti organı uzanır. Korti organı ses titreşimlerini, vücudun tüm noktalarını birbirine bağlayan bir iletişim ağı olan sinir sisteminde dolaşabilecek elektrik sinyallerine dönüştürür. SONY bile, bu kadar küçük ya da zarif bir mikrofon tasarlayamazdı. V şeklinde 4 sıra tüy ayağa dikilir. 15 bin tüy şekilli hücreyi taçlandırırlar. Hücreler titreşirken, tüyleri yukarıdaki zara buna denk bir damga basar.

Burada bazı titreşimler gidebilecekleri kadar uzağa gitmişler. Tersine çalışan org boruları gibi tüyler de, sesi bir partisyona, ses yüksekliği ve perdesi kodlanmış elektrik sinyallerine dönüştürür. Müziğin harekete geçirmesiyle, her bir tüy hücresinin tüylü üst ucu, herhangi bir hücreden yüzlerce kat daha hızlı bir şekilde aşağı yukarı dans eder. Sessizlikle aramızda duran tek şey bu ufacık tüydür. Ve sessiz bir dünya gerçekten de derin bir boşluk olurdu.

Hormonlar ve Bezler

Sanrıların yarattığı bir sanat dünyası değil bu. Tam tersine burası gerçek dünya. Bu kristaller de hormon. Hormonlar her birimizi, yaşamlarımızın her saniyesini kontrol eder. Onlar iç bedenimizle dış dünya arasında bir köprüdür. Ne zaman kızacağımızı, ne zaman mutlu olacağımızı, ne kadar uzayacağımızı, hangi cinsiyetten olduğumuzu ve savaş mı yoksa aşk mı yapacağımızı hormonlar belirler.

Hormonlar yaşamımızın ritmini kontrol eden kimyasallardır. Herkesin günlük bir ritmi, vücudunu kontrol eden 24 saatlik doğal bir döngüsü vardır. Biyolojik saat genellikle hayatımızın gerisinde sessizce işler. Uyanmak, yemek, uyumak gibi günün diğer sıradan olaylarıyla birlikte tıklamasını sürdürür. Ancak hava yolculuğuyla başa çıkabilecek şekilde gelişmemiştir. Yeni bir zaman diliminde saatinizin ayarını değiştirmek sadece saniyelerinizi alır. Ancak biyolojik saat o kadar kolay hazırlanamaz.

Biyolojik saat yavaş yavaş normale dönerken günlerimiz yorgunluk ve şaşkınlık içinde geçer. Bunlar 20. yüzyılın sorunu Jet lag'in klasik belirtileridir. Jetlag vücudumuzdaki kimyasal savaşların bir yan etkisidir. (Jetlag: uzun uçak yolculukları gibi yolculuk sonrasında kişilerin, aynı gün dönümünü yaşamasının yarattığı sağlık problemi)

Biyolojik saati kontrol eden hormonlar arasındaki çatışmadan kaynaklanır. Beynin bir acil kontrol sistemi vardır. Elektronik sinyaller bir sinir ağı boyunca yanıp söner. Kimyasal kontrol sistemimiz biraz daha yavaş fakat aynı derecede önemlidir. Emirler birkaç farklı bezden gelir. Bezlerin her biri hormon denen kimyasal haberciler gönderir. Pankreas yiyecekleri sindirmekle görevli bezlerden biridir. Hormonlarını, etrafını kuşatan kan damarlarından oluşan labirente fışkırtır. Kan, hormonları vücudumuzun her yerine taşımak için ideal bir dağıtım sistemidir.

Kanımızdaki hormonların artışı ve azalışı günlük ritmimizi belirler. Özel bir hava yolunda pilotluk yapan Chris için herhangi bir aksama ciddi sorun oluyor. Her hafta 15 bin kilometre uçuyor ve saatini her gün birkaç saat ileri ya da geri alıyor. Chris her zaman evindeki programına göre yiyerek ve uyuyarak bu durumla başa çıkıyor. Farklı bir zaman dilimine gelen yolcuların işi kolay değildir. Biyolojik saatlerinin ayarlanması gerekir. İçimizde sadece bir tane biyolojik saat olsaydı işimiz çok zor olmazdı.

Pineal Bez Üçüncü Göz
Pineal Bez (Üçüncü Göz)
Ancak vücudumuzda pek çok dahili saat bulunur. Çünkü farklı bezlerin hormon üretmek için kendi programları vardır. Evdeyken Chris'in bezleri doğal olarak uyumlu çalışıyor. Vücudunun her sabah harekete hazır olması için, temel uyku ve uyanıklık döngüsünü hazırlayarak faaliyetlerini organize ediyorlar. En basit vücut saatimizin etkisi altında vücudumuzun her fonksiyonu geceden gündüze, hatta mevsimden mevsime değişir. Bu saatin ne akreple yelkovanı vardır, ne çarkları, ne de kurma kolu.

Bu biyolojik şaheser beynin derinliklerinde, hipotalamus denen bir bölgede bulunur. Buradaki iki küçücük sinir yığını günlük bir ritimden, insan saatinin hiç durmayan tik taklarından sorumludur. Her saat gibi düzenli olarak kontrol edilmeli ve gerekirse yeniden ayarlanmalıdır. Bu da beynin kimi zaman üçüncü göz denilen başka bir bölgesinin görevidir. Üçüncü göz (pineal bez) geceleyin melatonin hormonunu salgılar. Bu hormonun üretimi her sabah gözlerimiz gün ışığını tespit eder etmez durur. Melatonin seviyesinin düşmesi bizi uyandırır. Güneşin doğuşu Chris'in temel saatini sürekli olarak 24 saatlik bir ritme ayarlamaktadır. Beyni hipofiz bezi aracılığıyla vücut ritimlerini düzende tutmaya çalışır.

Kistik fibroz hakkında bilgiler

Ana rahmine düştüğü andan itibaren çocuğun fiziksel özellikleri yerli yerine oturmuştur. Göz rengi, saç rengi, yüz hatları ve daha pek çok şey yerli yerine oturmuştur. Genler fiziksel özelliklerin yanı sıra başlıca sağlık koşullarını da belirler. İnsanın genetik yapısındaki en küçük hata bile nesilden nesile aktarılmaktadır. Bu da kalıtımsal hastalıkların bazı bünyelere nasıl geçtiğini gösterir. Farklı yapıda ve şiddette 3500’ün üzerinde kalıtımsal hastalık mevcuttur. Kistik fibrozda bu hastalıklardan biridir.

İnsan vücudunda aklın alamayacağı kadar çok hücre vardır. Her bir hücrenin çekirdeğinde o hücreye sahip kişinin genetik şifresini içeren DNA molekülü bulunmaktadır. Yapısında gerekli tüm şifreli bilgileri bulunduran bu molekül sayesinde kalıtımsal özelliklerin hücreden hücreye nesilden nesile iletişimi gerçekleşir. Bu birimler gen adı verilen birimler arasında bölünür. Tek bir genin dahi kusurlu olması birçok hastalığa neden olabilir.

Kistik fibroz bu duruma tipik bir örnektir ve kusurlu bir genin varlığı diğer genlerin çalışmasını olumsuz etkiler. Genler her zaman çift çifttir. Bebek ana rahmine düştüğünde anne ve babanın her bir çiftin birer yarısına katkıda bulunduğu yeni bir gene sahiptir. Böylece kalıtımsal özellikler nesilden nesile iletilmiş olur. Benzer biçimde kusurlu kistik fibroz geni de tabi belli koşullar altında bu iletimde yerini alır. Kistik fibrozun kusurlu geni tek başına etkisizdir. Bu nedenle sağlıklı bir gene eşlik etmesi halinde o sağlıklı genin etkisi altında kalır. Bu durumda olan kişiler hastalığı hiçbir belirtisi olmadan taşırlar.