Kulak ve yapısı hakkında bilgiler

İnsan kulağı deri ve kıkırdaktan oluşan bir çıkıntıdır. Sesleri toplayan işitme ve denge organımız. Ortasında kemik ve kıkırdaktan oluşan kısa bir kanal kulak zarına kadar uzanan kulak yolunu oluşturur. Ses dalgaları bu yolu takip edip kulak zarına ulaşır. Zar kulaklara sadece kenarlarından bağlı olduğu için hava basıncındaki değişiklere uygun şekilde hareket edebilir. Bu hareket hava basıncı gelince içeri doğru, hava basıncı kesilince dışarı doğru olur.

Kulak Zarı Nasıl Çalışır, Çekiç, Örs, Üzengi, İç Kulak
Kulak Zarı Nasıl Çalışır?
Titreşen kulak zarının görevi sesin mekanik enerjisini beyine iletmektir. Kulak zarının ötesinde ve kafa tasının içinde hava dolu bir boşluk vardır. Buraya orta kulak denir. Orta kulağın ana yapısında ses dalgalarını yönlendiren ve kuvvetlendiren üç ufak kemik bulunur. Östaki borusu orta kulak boşluğunun sonundadır. Bu boru gırtlak yoluyla dışarı açılır. Bu içi boş kanalın görevi kulak zarını kulak zarının iki tarafındaki basıncı dengelemektir.

Kulak zarı içinde bulunduğu ortamdaki mekanik ses enerjisini beyine iletir ve kulak zarındaki titreşimler son derece süratlidir. Titreşen kulak zarı bitişik olduğu orta kulak kemikçiklerinde zincirleme bir reaksiyon meydana getirir. Bu kemikçiklerin en dıştaki çekiç kemiğidir. Ortadaki kemikçik örs adını alır. En içteki de pirinç tanesi büyüklüğündeki üzengidir. Kemikçikler orta kulak içinde öyle yerleşmişlerdir ki birinci kemik olan çekiç kemiği üzerine gelecek en hassas bir titreşim örs ve üzengi kemiklerine geçer.

Kulak zarından çekiç kemiğine gelen ses dalgaları, oradan örse, oradan da üzengiye geçer. Üzengi titreşimi oval pencere adlı zara geçirir. Oval pencere iç kulağın girişindedir. Kulak zarından çok daha ufak olan oval pencerede ses dalgaları 30 kat güçlendirilerek iç kulaktaki sıvılara geçer. Oval pencerenin ötesinde bulunan iç kulak kafatasının en sağlam kemikleri arasında korunmuştur. İçi sıvı dolu bir yapıya sahiptir. En üstte denge organı fonksiyonunu gören organın boşluğu vardır. Bunun altında koklea da dediğimiz kulak salyangozu bulunur. Ses dalgaları burada elektro kimyasal uyarılara çevrilip beyne yollanır.

Beyin felci hakkında bilgiler

Bir çok insan beyin felcini kalıtsal, kaçınılmaz bir bozukluk olarak görür. Bazıları da bunun zihinsel yetenekleri etkilediğini ve bu hastalığın hareketlerindeki anormalliklerin buna bağlı olduğunu düşünürler. Beyin felcinin nörolojik bir bozukluk olduğu muhakkaktır. Ne var ki zihinsel kapasiteyi pek ender etkiler. Çünkü bu hastalıkta etkilenen genellikle beynin diğer bölümleridir. Ve bunlar hareket merkezi ve bazen de görme, işitme yada konuşma merkezleridir. Sağlıklı insanlar için yapılması çok kolay olan bir çok hareket bu çocuklar için imkansıza yakın zordur. Yemek yemek, konuşmak yürümek gibi. Okul gitmek yada bir iş sahibi olmak. Bunlar beyin felçliler için neredeyse bir hayaldir.

Yaygın kanaate rağmen beyin felci kalıtsal bir durum olmayıp doğum öncesinde, doğumda yada çocuklukta geçirilen bir beyin hastalığının istemli hareketler üzerindeki denetimi yok etmesidir. Beyin gebeliğin dördüncü ayıyla üç yaş arasında gelişir. Gebeliğin üçüncü döneminde sinirler henüz olgunlaşmamıştır ama beynin gri dokusu oluşmuştur. Gebeliğin yarısından sonra ve doğumu takip eden birkaç gün içinde oluşacak bir oksijen yetersizliği beyin felcine kadar gidebilecek bir örselenmeye sebep olabilir. Hasar beyin kabuğunu, bazal sinir düğümünü, yada beyinciği etkileyebilir.

Eğer beyin kabuğu yada sinir lifleri hasara uğrarsa kasların kasılıp gevşemesi bundan zarar görür. Kasılan ve gevşeyen kaslar birlikte kasılır. Bu durum spastik beyin felcine neden olur. Bazı hallerde bu spastik durum bütün kasları etkiler, bazılarındaysa sadece bacaklar yada vücudun bir tarafındaki kaslarda görülür bu arızalar.

Bazal sinir düğümleri kas sağlığını ve kasların sinir sistemini denetler. Beyinden aldıkları dürtüleri bütün vücuda yollarlar. Burada oluşacak bir arıza amaçsız ve istenç dışı hareketlere neden olur. Dil ve ağızda bu durumdan etkilenebilir. Konuşmakta zorluk başlar. Bazal sinir düğümlerinin hasara uğraması sonucu oluşan beyin felci türüne atetozlu beyin felci denir.

Gen tedavisi hakkında bilgiler

Gen Tedavisi
Gen Tedavisi
Ünlü bir tıp adamı diyor ki “Tıp kansere karşı bazı cephelerde kazandı, ama savaşı kaybediyor.” Hastalıkların kurbanları bu savaşın şehitleridir. Binlerce kişi ya aids gibi ölümcül enfeksiyonların yada kistik fibroz gibi hastalıkların kurbanı oluyor. Klasik tıp bu hastalıklara geçici tedaviler uyguluyor ama bunlar kurbanların yaşamlarını kurtarmaya yetmiyor. Bazı kanser türleri kemoterapi ve radyasyonla tedaviye olumlu cevap veriyor ama hastaların büyük kısmı ölmeye devam ediyor. Buna rağmen yıkıcı yan etkileri olmayan bir takım tedavi yöntemlerinin gelişmesi geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor.

Bu umudumuzun sebebi gen tedavisi. Bu teknik henüz başlangıç aşamasında ve etkinliğini tam olarak kanıtlamış durumda değil. Ayrıca bazı yasal ve moral tartışmalara da açık. Yinede 1990’larda üzerinde çalışılmaya başlanan bu teknik bugün tedavi kabul etmez görünen hastalıkları iyileştirecek ümidini taşıyoruz. Bir hücre çekirdeğindeki kromozomun içinde bulunan bir genden bahsediyoruz. Bir genin mikroskobik yapısını değerlendirebilmek için bir damla kanda yaklaşık 5 milyon hücre olduğunu ve insanda litrelerce kan olduğunu düşünmek yeter.

Her türlü bilgi insanın hücresine yerleşmiştir ve genetik şifre de denilen bu bilgi kişinin genetik kodunu oluşturur. Genetik kod DNA molekülündeki azotlu bazların diziliş sırasıdır ve A, C, G, ve T harfleriyle gösterilen bazlar ve bunlara uygun aminoasitlerden oluşur. Bu genlerin tam bir setine genom denir ve sadece dört harften oluşan bu genom bir kütüphane dolusu bilgi içerir. Bir insanın genomunda dizilim hatası olursa, bu ciddi bir hastalığın hem nedeni hem göstergesidir.

Genetik bilim bazı hastalıkların tedavisi konusunda nasıl bir ümit taşıyor?

Arızalı hücre çekirdeğine sağlıklı bir gen verilerek genetik koddaki diziliş sırası düzeltilebilir. Tedavi uygulamasında ya kistik fibrozda olduğu gibi kalıtsal olarak hasta olan bir genin çalışmasını düzenlemek yada aids gibi virüse bağlı hastalıklarda hücrenin protein düzenini ayarlamak için ya bir gen yada bir DNA kullanılır.

Kalp ve damar hakkında bilgiler

En ciddi sağlık sorunlarından olan kalp damar hastalıkları doğuştan olan kalp yetmezliği, koroner atardamar veya kalp kapakçığı bozukluklarından olabileceği gibi sonradan oluşan bir bozukluk nedeniyle de ortaya çıkabilir.

Kalp göğüs boşluğunda, yumruk büyüklüğünde, 250 – 300 gr. ağırlığında dolaşımı sağlayan bir organdır. Pompa gibi çalışarak vücuda kan pompalar. İki ana bölüm ve dört odacıktan oluşur. Sol bölüm atardamar vasıtasıyla vücudun hayati organlarına, oksijen yüklü temiz kanı pompalar. Organlarımızdaki hücreler kandaki oksijeni alıp, atık maddelerle karbondioksiti kılcal damarlara verir. Bu kirli mavimsi kan damarlar vasıtasıyla kalbin sağ bölümüne gelir. Oradan da temizlenmek ve oksijeni bol hale gelmek için akciğerlere pompalanırlar. Böylece temizlenip yenilenen kan, vücuda pompalanmak üzere yeniden kalbin sol bölümüne döner.

Bütün bu işlemlerin yapılabilmesi için enerjiye ihtiyaç vardır. Kalp bir dakika içinde 50 ila 100 defa atar ve bu sırada 5 litre kanı vücuda pompalar. Kalbin normal bir yaşam süresinde 2.5 milyar kere atıp, 170 milyon litre kan pompaladığını düşündüğümüzde sıra dışı bir makine olduğunu anlarız. Bu iş 250 kg. ağırlıkta bir cismi 1900 km. uzağa fırlatmakla eş değerdir. Kalp yetmezliği sağ yada sol kalbin kimi zamanda ikisinin birden vücudun ihtiyacını karşılayacak miktarda kan pompalayamaması durumudur.

Sol Kalp Yetmezliği
Sol Kalp Yetmezliği
Sol kalp yetmezliğinde nefes darlığı, öksürük, yatarken nefes alıp vermede güçlük görülür. Bu durumdaki hastalar oturur vaziyetteyken daha rahat nefes alırlar. Bu tür yetmezliğin ileri safhasında akciğer toplar damarındaki kan basıncının artması sonucu akciğerler su toplar bu kanın yeterince oksijenle beslenmesini engeller. Bu durum ölüm tehlikesi gösterir. Akciğerlerden gerekli oksijeni alan kan sol kalbe döner. Ancak iyi çalışmayan sol kalp, gerektiği kadar kanı organlara pompalayamaz ve bir kısmı içinde kalır, bunu sonucunda kaçınılmaz olarak akciğerler de ve kılcal damarlarda kan birikmeye başlar. Kılcal damarlardaki kan birikimi artınca plazma sıvısı kan damarlarının duvarından akciğerlere dolar. Bunun sonucu akciğerde ödemdir.

Mide ekşimesi hakkında bilgiler

Her şeyin fazlasında olduğu gibi yemek yemenin fazlasının da zararları vardır. Ancak bazıları bunu pek dikkate almaz bunun sonucu hazımsızlıktır. Hazımsızlık genellikle fazla endişe verici olmayan geçici bir sıkıntı verir. Ama bazen ciddi rahatsızlıkların işareti de olabilir.

Mide ekşimesinin en karakteristik belirtisi boğazda yanma duygusudur. Toplam nüfusun yüzde 5’le 7 arası kronik bir şekilde mide ekşimesinden muzdariptir. Yüzde 30’a yakın daha yaygın bir grupsa ayda en az bir kere bundan şikayetçi olur. Hastalık her yaşta karşılaşılan oldukça yaygın bir sindirim rahatsızlığıdır. Bir şeyler yediğimizde vücudumuz için gerekli olan vitaminleri, proteini, karbonhidratı, yağı, mineralleri lif ve suyu alırız. Vitaminlerin büyük kısmı ve mineraller kan dolaşımımıza herhangi bir değişime uğramadan katılırlar. Diğer besinler ise vücut tarafından kullanılmadan önce basit kimyasal maddeler ayrışır. Bu sindirim sistemimiz tarafından gerçekleştirilen bir işlemdir.

Yüksek tansiyon hakkında bilgiler

Kan basıncının ölçülmesi her muayenede yapıldığı için bunu fazla önemsemeyenler vardır. Ama bu basit ölçüm aslında vücudumuzun kan basıncını göstererek çağımızın en ciddi sorunlarından olan yüksek tansiyona karşı önlem almamızı sağlar.


Yüksek tansiyon nedir ve nasıl kontrol altına alınır?

Tansiyon, Damarlardaki Yüksek Kan Basıncı
Tansiyon
Elbiselerimizin ve derimizin altında görünmeden sessiz sessiz akan kan vücudumuzun yaşam kaynağıdır. Dolaşım sistemimizde dolaşırken hücrelerimizin ihtiyacı olan oksijen ve besini hücrelere taşır. Bu sırada hücrelerdeki atık maddeleri de toplar. Kan böbreklerden geçerken temizlenir. Kanın damarlarımızdan akabilmesi için belli bir basınca ihtiyacı vardır. Bu basınca kan basıncı yada tansiyon diyoruz.

Bir hidrolik pompa gibi çalışan kalp dolaşım sistemimizin ihtiyacı olan bu basıncı oluşturur. Kalbin ritmik bir şekilde kasılıp açılmaları sonucu kan vücuda yayılır. Atardamarların duvarları esnek olduğu için bu basınca karşı dayanıklıdır ve kalbin her atışında genişleyip daralabilir. Atardamarların bu özelliği basınç ile genişlemesine ve kanın düzenli bir şekilde akmasına imkan tanır.

Vücut sağlığı için bu basıncın normal bir düzeyde olması önemlidir. Bu basıncı oluşturan farklı unsurlar vardır. Kalp atışının kuvveti, atardamarların esnekliği, kılcal damarların direnci, kanın miktarı ve yoğunluğu bu unsurlar arasındadır. Bu unsurların her biri vücutta izah edilmesi güç mekanizmalar tarafından sürekli dengede tutulur. Bu kontrol mekanizmalarının başında beyin gelir. Otonom sinir sistemimiz burada düzenleyici bir rol oynar.

Atardamarlarda kontrol mekanizmasının unsurlarındandır. Atardamarlar kasılarak ve genişleyerek kan akımının belli organlara daha fazla olmasını sağlar. Örneğin fiziki bir egzersiz sırasında kaslarımızın oksijen ihtiyacı artar. Bu oksijeni sağlamak için atardamarlar toplam kanın yüzde 70’inin kaslarımıza yollanmasını temin eder.

Yüksek tansiyon kan basıncının ölçülmesiyle anlaşılır. Ölçüm tansiyon aletiyle yapılır. Günümüzde ölçümü otomatik olarak yapan elektronik aletlerde vardır. Ama en yaygın tansiyon aletleri kan basıncını cıvalı bir sütun yada bir kadran üzerinde ölçen aletlerdir.

Kanser hakkında bilgiler

Kanser Araştırmaları
Kanser Araştırmaları
Bir doktordan duyulabilecek en ürkütücü şey her halde bir kanser şüphesinden söz edilmesidir. Bu teşhis çağımızın en ürkütücü teşhisidir. Bu kelimenin akla getirdikleri acı, ızdırap ve ölümdür. Yalnız kişiyi değil tüm aileyi yasa ve kedere boğan bir teşhistir bu. Bu korku ve endişeler elbette ki nedensiz değil ama günümüzde tedavi kabul eden kanser türleri giderek artmakta.

Bundan yirmi yıl kadar önce lösemili çocukların yüzde 5’i normal bir yaşamı sürdürebiliyordu. Oysa bugün vakaların yüzde 60’ı kontrol altına alınabiliyor. Göğüs kanseri olan kadınların yüzde 70’i tehlikeli 5 yıl dönemini sağlıklı olarak geçirebiliyorlar. Beyin kanserlerinin erken teşhis edilebilenleri bile artık tedavi ediliyor. Her ne kadar son yıllarda tıp bu konuda çok ciddi gelişmeler kaydettiyse de hala bazı kanser türleri yaşamsal tehlikelerini korumakta akciğer, bağırsak, idrar yolu ve karaciğer kanserleri bu gruptadır.

Kanserin değişik türleri vardır ama hepsinin ortak yanı yapı ve işlev bakımından anormal hücrelerin denetimsiz ve aşırı çoğalmasıdır.

Kanserli bir tümörün nasıl oluştuğunu iyi anlamak için önceden canlıların oluşum sürecine bakmalıyız. Yaşayan her organizma tek bir hücreden yola çıkar. Bu tek hücre çoğalmaya başlar ve bu süreç hücreler özel görev ve işlevler kazanıncaya kadar devam eder. Örneğin sinir hücreleri sinir dürtülerini aktarmaya başlarlarken, kas hücreleri kasların kasılmalarını sağlayan proteini üretir. Hücreler bu işlevleri yapma yeteneklerine kavuşurken, bazı becerilerini, üreme ve çoğalma yetilerini kaybederler. Her bir hücre ancak belirli bir adette bölünebilir.

Normal bir hücrenin kanserli bir hücre halini alması, normal işlevini unutması ve programlandığı ölçülerin dışına çıkması demektir.

Bu durumdaki hücre frenlenemez bir çoğalma evresine girer. Çoğalmanın durdurulamaması doku büyümesinin normal çoğalan bir doku biçiminden farklılaşmasına neden olur ve bu durum yaşamsal bir önemi olan organ yada dokuda gerçekleşirse bu dokunun normal işlevini bozarak ölüme yol açar.

Bağırsak iltihabı hakkında bilgiler

Bağırsağın Yapısı
Bağırsağın Yapısı
İleum iltihabı olarak da bilinen kron hastalığı ve kolit bağırsaklarda oluşan en yaygın iki kronik sindirim sistemi hastalığıdır. Bu hastalıklar ağızdan anüse kadar uzanan sindirim tüpünün her hangi bir bölgesinde oluşabilir. Besinler ağızda çiğnenip tükürük ile karıştıktan sonra lokma halinde yutaktan geçerler.

Mide hazmetme görevi görürken, besinleri parçalayarak yavaş yavaş ince bağırsağa salar. Çünkü besinlerdeki protein, yağ, şeker ve vitaminler gibi hayati maddeler burada sindirilir. Kalın bağırsaklar suyu ve tuzları emer. Sonunda besin atıkları rektumda birikerek vücuttan atılır. Sindirim sisteminin ana fonksiyonu elbette ki yediklerimizi sindirmektir. Ama vücudumuza zararlı unsurlardan korumak gibi bir işlevleri de vardır.

Sindirim yolunun yüzeyi ağız yada anüs yoluyla vücuda girebilecek bakterilere karşı bağışıklık taşıyan bir yapıya sahiptir. Bağırsakların yüzeyini oluşturan üç katman vardır. Bunlar mukoza, mukoza altı ve en dışta kas dokusu. Kron hastalığı bu üç katmanı da etkileyen bir hastalıktır. Bu lokalize olmuş bir iltihaplanmadır ve sindirim yolunun sadece bir bölümünü etkiler. Ancak bu herhangi bir bölümü olduğu için hastalığın eski ismi olan ileum artık pek kullanılmamaktadır.

Beyin travması hakkında bilgiler

Baş bölgesindeki yaralanma oldukça ciddi bir durumdur. Beyin sarsıntısı veya kafatasında bir kırık sonucu beyin dokusu zarar görebilir. Ve bu durum beyinde ciddi bir hasara neden olabilir. Başta meydana gelen bir yaralanma beynin birçok bölgesini etkileyebilir ve bunlar birbirinden bağımsız yada birbirini etkileyen sorunlar meydana getirebilir.

Bir kaza sonrası kafa travması mağdurunun yaşamı çok yönlü etkilenebilir. Bunlar hareket sisteminde sorunlar, duyu kaybı gibi fiziksel yada zihinsel, ruhsal ve sosyal sorunlar olabilir. Kazayı takip eden anda ilk olarak saptanan hasar hareketlerimizi düzenleyen motor yeteneklerde olur. Yürümede oluşan sorunlar derecesine göre tekerlekli sandalye, baston yada protezle kısmen de olsa giderilir. On vakanın sekizinde kazazedenin durumu zamanla düzelir ve hareket yeteneği normale döner.

Beyin Sarsıntısı, Travması
Beyin Sarsıntısı,
Travması
Beyin örselenmesi bazen felç yada denge bozukluklarına neden olur. Konuşmada bazı sorunlar yaşanabilir. Görme arızalarının içinde en sık rastlanan zaman zaman çift görmedir. Kulaklarda uğultu ve işitme yeteneğinde azalmada söz konusu olabilir. Tat alma yada koku alma duyuları zedelenebilir. Bazıları varsayımlara kapılarak olmayan kokular duyup, gürültüler işitebilirler. Çoğu zaman kazazede baş ağrısı, baş dönmesi ve aşırı yorgunluktan şikayetçi olur.

Zihinsel etkilenmelerde düşünme, hafıza, konsantrasyon, anlayış, dikkat ve öğrenme bozukluklarına rastlanabilir. Kişi aynı anda iki şey yapma yeteneğini yitirebilir. İnisiyatif zayıflaması, hayal gücünde gerileme, planlama yapma ve uygulamada hatalar olasıdır.

Bir beyin örselenmesi hissi davranışlarda aşırılıklara, sebepsiz gülme yada ağlama krizlerine sebep olabilir. Kişi duygularını kontrolde zorlanması sonucu sinirli ve saldırgan bir ruh yapısına girebilir. Cinsel dürtülerde anormallikler yaşayabilir.

Beyni etkileyen kafa travmalarının bir sonucu da depresyon ve olaylara karşı kayıtsızlıktır. Ki bu durumda kişi motivasyon ve çalışma gücünü büyük ölçüde yitirebilir. Kişilik değişikliği sonucu sosyal yaşama uyum bozuklukları görülebilir. Gençler kazadan sonra karşı cinsle iletişim kurmakta zorlanabilirler. Geleceklerine endişe ile bakanlar ve evlilik gibi bağlantılara girmekten kaçınanlar da olur.

Ayaklar ve rahatsızlıkları hakkında bilgiler

Ayaklarımız önemli ve becerili organlarımızdır. Ayakta olduğumuz ve yürüdüğümüz zaman vücudumuzun bütün yükünü onlar çeker. Bir yerden bir yere giderken dengemizi ve gücümüzü onlardan alırız. Birçok darbenin ilk muhatabı olarak güçlü ama değişik zeminlere de ayak uyduracak kadar yumuşak ve esnek olmalıdır ayaklar.

Ayak, Kemik, Tarak, Topuk
Ayak Kemiği
Tarak ve Topuk
Genellikle onları bir ayakkabı içerisine hapseder ve pek ender dinlendiririz. Onları ihmal ettiğimiz ve fazla ciddiye almadığımız için de tüm yaşantımız boyunca oldukça eziyet çekerler. Oysa yaşam boyunca ortalama 175.000 km. yol yürüdüğümüz hesap edilmiştir ki bu dünyanın çevresini 12 defa dolaşmaya eşdeğerdir. Bu durumda onlardan sıkıntı çekmeden yararlanabilmemiz için ayaklarımıza iyi bakmamız şarttır.

Astım hakkında bilgiler

Mark bir solunum rahatsızlığından şikayetçi, astım. Karolinin de astımı var, krizleri genellikle geceleri geliyor. Zor nefes alarak uyanıyor ve hemen oturma pozisyonuna geçiyor. Astım nöbeti birkaç dakika sonra en uç noktasına varır. Mark nöbetler sırasında boğulur gibi oluyor, zorlukla nefes alıyor. Nefes almak yavaş ve zorken, nefes vermek daha da zorlaşıyor. Astıma özgün o mırıltılı ses nefes alırken duyulur. Solunum yollarını tıkayan koyu kıvamlı mukusu bazen öksürükle atmak mümkündür. Genellikle kısa bir süre sonra nöbet geçer. Ancak nöbet çok şiddetli ve komplikasyonlara neden olacak gibiyse acil yardıma ihtiyaç duyulur.

Astım
Astım
Astım oldukça yaygın bir rahatsızlık olup toplumun yüzde 5 ila 10’nunu etkiler. Hastalığın seyri farklı ağırlıktadır çok istisnai hallerde ölümcül olabilir. Her iki cinsiyette ve her yaşta görülen bir hastalıktır. Astımın solunumu nasıl etkilediğini anlamak için solunum sisteminin normalde nasıl çalıştığını görelim. Nefes alma sırasında hava ağız ve burun yoluyla vücuda girer ve hava yolunun başındaki yutak ve gırtlaktan geçerek akciğerlere gider. Gırtlakla birleşen soluk borusu sağa ve sola dallanarak iki ana bronşu oluşturur. Bronşlar dallara ayrılmayı sürdürerek kılcal damarlarla dolu ve oksijen, karbondioksit alışverişinin yapıldığı küçük hava kesecikleriyle sonlanırlar.

Havadaki oksijen kılcal damarlar aracılığıyla kan dolaşımına verilir, karbondioksit ise soluk verirken vücudumuzdan atılır. Akciğerler bu sürece uygun olarak dakikada yaklaşık 12 kere şişip inerler ve oksijenin hücrelere gitmesini sağlayıp, atık madde olan karbondioksiti vücuttan atarlar.

Astım nöbetlerinin çoğu bronş tiplerinin kasılması sırasında olur. Bu onların fonksiyonlarını etkileyen üç nedenden olabilir.

  • Bronşların iç cidarı olağan üstü şişip kızarabilir.
  • Mukus salgısı çok artarak hava yolunu tıkayabilir.
  • Hava yolunun etrafındaki lifli kaslar kasılarak bir bronkospazma neden olabilir.

Artrit hakkında bilgiler

Hareketlerimizi sağlayan en önemli unsurlardan biri vücudumuzdaki 100’ü aşkın eklemdir. İyide bu eklemler görevlerini yapamaz hale gelirlerse sonuçları ne olur? Artrit.

Artrit 100’e yakın hastalığı şemsiyesi altında toplamış bir hastalıklar grubudur ki, bunların bir kısmı bir zamanlar romatizmaya bağlanıyordu. Bu hastalıklara yalnız yaşlılarda değil çocuklarda ve her iki cinsiyette de rastlanılmaktadır. Ancak gençlerde rastlanılan romatoid artrit yaşlılarınkinden farklı özellikler taşır. Birkaç haftalık bebeklerde bile rastlanılmaktadır. Ama bunun doğum zorlanmasından mı kaynaklandığı bilinmemektedir.

Romatoid Artrit, Sinovya Sıvısı, Diz
Romatoid Artrit
Sinovya Sıvısı ve Diz
İsveç, Hollanda, İngiltere ve ABD’de yapılan araştırmalar artritin toplam nüfusun yüzde 30’unu etkilediğini ve bunların yüzde 17’sinin ciddi şikayetleri varken, yüzde 13’ünün durumunun oldukça hafif olduğunu göstermektedir. ABD’de yapılan bir çalışma bu hastalığın nöropsikolojik rahatsızlıkların hemen ardından iş gücü kaybına neden olan ikinci hastalık olduğunu gösterdiğine göre artritin kalp, kanser ve böbrek rahatsızlıklarının daha önünde bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin Kanada da bu hastalığa bağlı olarak bir yıldaki işgücü kaybı 41 milyon gün olarak hesaplanmıştır ki bunun akçeli ifadesi 1.4 milyar dolarlık ücret ve dolayısıyla 180 milyon dolarlık vergi kaybıdır.

Aslında artrit ve romatizma ile ilgili halk arasında yaygın birçok söylenti vardır. Ama bunları fazla ciddiye alamayız. Çünkü belirtileri birbirinden farklı birçok rahatsızlık kolayca bu gruba sokulmaktadır. Eklem ve kaslardaki iltihaplanmaya hemen romatizma damgası vurma eğilimi varsa da bu isim aslında daha bilimsel olarak romatoid artritin yerini almaktadır. Eklemlerle tendon, kas, kan damarları gibi yumuşak dokularda rastlanılan iltihaplanmaları artrit olarak tanımlamak gerekir. Bütün bu rahatsızlıkların ortak yanı eklemlerde kaslarda ve diğer dokularda başlayıp bütün vücuda yayılabilen akut yada kronik ağrıdır. Dokuda oluşan dejenerasyon sonucunda genellikle şişme, kızarma, söz konusu bölgede yanma ve sıcaklık duygusu ağrıya eşlik eder.

Eklem iki kemik arasında o kemikleri hareket ettirmeye yarayan yapıdır. Her kemiğin ucu sağlam ama esnek bir kıkırdak ile örtülmüştür. Kemikler eklemsel kapsül denilen bir doku tarafından sarılmıştır. Bu kapsülün içine sinovya zarı denilir. Bu doku eklemlerin sürtünerek aşınmaya neden olmaması için sinovya sıvısı denilen bir sıvı salgılayarak kaygan bir ortam yaratır ve sinovya sıvısı kıkırdağı besin ve oksijen ile besler. Eklemlerin yanındaki tendonlar kas gücünü eklemlere aktararak hareketi sağlar.

Apandisit hakkında bilgiler

Apandisit, kör bağırsağın apandisit olarak bilinen uzantısının iltihaplanmasıdır. Derhal tıbbi müdahaleyi gerektiren ciddi bir vaka haline gelebilir. Oldukça yaygın bir hastalıktır. Tehlikesi yaş ile birlikte artar. 60 yaşını aşanlarda apandisitten kaynaklanan ölüm vakaları gençlere oranla on mislidir. Yapılan istatistiklerde yaşlılarda yüzde 8’e varan ölüm oranı çocuklarda yüzde 1’in altındadır.


Apandisit nedir? Vücudumuzdaki yeri neresidir?

Apandisit
Apandisit
Sindirim borumuz ağızdan başlayıp anüste son bulur. Apandisit yetişkinlerde 8 ila 10 cm uzunluğunda kalın bağırsağın bir uzantısıdır. Kör bağırsak denilen organın ucundadır. Bir ucu kör bağırsağa bağlıyken öbür ucu kapalıdır. İçi boş bir organdır. Apandisin duvarlarındaki hücre duvarları burnun ürettiği mukozaya benzer bazı salgılar üretir. Bu mukus dokuzu 24 ila 36 saat arasında devamlı yenilenir.

Apandisit bu mukus salgılarını ve içine dolan bağırsak sıvılarını kasılmayla kör bağırsağa gönderir. Apandiste yaşayan milyonlarca bakteri vardır. Kör bağırsağa açılan yol herhangi bir oluşum ile tıkandığında bu bakteriler hızla üreyerek iltihaplanmaya neden olur. Apandisin batındaki yeri kişiden kişiye değişir. Kalın bağırsakların arkasında ince bağırsakların önünde yada karaciğerin altında olabilir. Genellikle vücudun sağındadır. Bazılarında sol tarafta bile olabilir.

Apandisin işlevi bağırsak enfeksiyonlarını önlemektir. Boğazı iltihaplanmadan koruyan bademciklere benzeyen bir fonksiyona sahiptir. Apandis önceleri hiçbir işe yaramaz bir organ olarak kabul edildiğinden her türlü batın ameliyatında her ihtimale karşı alınırdı. Günümüzde ancak gerekli görüldüğü hallerde alınmaktadır. Bazı hallerde apandis boşluğunda biriken salgılar ve bakteriler nedeniyle organın içinde iltihaplı bir basınç oluşur.

Kadın erkek ayrım yapmadan bu durum herkes için olağandır. Hastalığa üç yaşında küçük çocuklarda ender rastlanıp, genellikle 10 ila 20 yaşları arasında görülür. 25 yaşın altındaki vakaların yüzde 60’ı erkektir. 25 yaşın üzerinde bu ihtimal kadın ve erkek için eşittir. Genellikle her on beş kişiden birinde bu vakaya rastlanır.


Apandisin iltihaplanarak tıkanması nedendir?

Bunun farklı nedenleri vardır. Tıkanma apandis boşluğundaki lenfoid dokusunun sertleşmesinden ileri gelebilir. Sertleşmiş pisliklerin toplanması da iltihaplanma nedeni olabilir. Yada örneğin bir kiraz çekirdeğinin yolu tıkaması bu nedenler arasındadır. Apandis yada bağırsakta bir tümör oluşması da bu iltihaplanmaya neden olabilir. Parazitlerin neden olduğu tıkanmalara ise daha çok tropik iklimlerde rastlanır.

Anemi hakkında bilgiler

Anemide denilen kansızlık durumunda kanın organlara oksijen taşıma kapasitesi azalır. Anemik bir bünye birçok sağlık sorunuyla karşılaşmaya hazır bir bünyedir. Kadınlarda zamansız adetten kesilme, cinsiyet içgüdüsünde zayıflama, hazım sıkıntıları, sarılık, dalakta büyüme anemi sonucunda ortaya çıkabilecek en önemli sağlık sorunlarıdır. Jacklin 44 yaşındadır. Oldukça hareketli bir yaşamı olduğu halde çok az gayret gerektiren bir hareket yaptığında bile kalp atışları hızlanmakta ve büyük bir yorgunluk duymakta ve bu yorgunluk normal bir yorgunluk değil.

Anemi, Alyuvar
Alyuvarlar
Kansızlık çeken bünyeler genellikle hep yorgunluktan yakınırlar. Ama yorgunluğun anemiden başka, birçok nedeni de olabilir. Birçok kişi kendini yorgun hisseder ama bunların pek azı anemiktir. Aneminin nedeni kandaki alyuvarların sayı yada hacimce azalması yada yetersiz hemoglobin içermesidir. Oysa bu alyuvarlar vücudumuzun işlevlerini düzgün bir şekilde yerine getirmesinde önemli bir rol oynar. Bir milimetreküp kanda 5 milyon alyuvar hücresi vardır ki bunlara eritrosit de denir. Alyuvarlar dışbükey, esnek, mikroskobik ve bir çekirdeği olmayan hücrelerdir. İşlevleri vücuda oksijen taşıyan ve hemoglobin denilen proteini harekete geçirmektir.

Alzheimer hakkında bilgiler

Alzheimer hiç gerilemeden ve yavaş yavaş ilerleyen bir hastalıktır. Basit ve ufak tefek unutkanlıklarla başlayıp tam bunamaya kadar varan bir yapıya sahiptir. Aile yakınları giderek gözle görülen bu çöküşün her adımını, çaresizce ve endişe ile izlemekle yetinirler. Eskiden yaşlı bir insan çocuksu davranışlar yapıp unutkan ve dalgın olunca, yaşlandıkça çocuklaşıyor diye tanımlanırdı bu durum.

Günümüzde ise önceleri basite alınan bu olumsuz gelişmelerin ne kadar üzücü bir sonun ilk adımları olduğu artık biliniyor. Alzheimer ile ilgili bilgilerimiz başlangıçta ufak tefek unutkanlıklarla başlayan bu hastalık konusunda aile bireylerinin uyarılmasını sağlıyor ama yapılabilecek fazla bir şey yok.

Alzheimer
Alzheimer
Hastalık 1906’da Alman nöropatoloğu Alois Alzheimer’ın ileri derecede bunamış bir hastanın otopsisinde beyinde ki anormallikleri tespit etmesiyle bulunmuştur. Hastalık fikri yeteneklerin bir daha geri gelmeyecek biçimde zamanla yitirilmesine neden olur ve başlangıçtaki konuşma bozukluklarını giderek zihinsel yetilerin kaybı izler. Bellek zayıflaması, karar verme ve sebeplendirme yetilerini de etkileyen bu amansız hastalık sonunda hastayı kaçınılmaz sona götürür. Bu gün için alzheimer hastalığının tedavisi mümkün değildir. Hastanın zaman içinde zihinsel yetilerini tamamen kaybetmesi, beraber yaşadığı aile bireylerinin de hastanın durumuyla baş edebilmesini zorlaştırır.

Hastalık 65 yaşını geçen insanların yüzde 5’inde, 80 yaşını geçenlerin yüzde 25’inde rastlanılan bir yaygınlığa ulaşmıştır. Yaşlılar arasında kanser, kalp hastalıkları ve beyin kanamasından sonra dördüncü sıradaki ölüm nedenidir. Hastalığa tutulma ihtimali kadınlarda erkeklerdekinden bir misli fazladır. Alzheimer’e hassas aileler arasında yüzde 1 oranında hastalık 40 yaş gibi genç bir yaşta da görülmektedir. Hastalık gençlerde yaşlılardan çok daha hızlı seyreder.

İnsan beyninin dünya harikalarından olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Bu mükemmel makine vücudun bütün işlevlerini kontrol etmesinin yanında yaşamımız süresinde edindiğimiz bilgi ve deneyimleri inanılmaz bir hassasiyetle kaydeder ve korur. Her hangi bir şeyi hatırlamamız gerektiğinde beyin, milyarlarca bilgi arasından onu seçip önümüze getirir.

Tümör hakkında bilgiler

Tümörün ne olduğunu tanımlamaya öncelikle tümörün ne olmadığını belirterek başlamak anlatımımızı kolaylaştıracaktır. Ur vücudun bağışıklık sisteminin bir hastalıkla mücadele ederken bir araya gelip iltihaplanmasından farklı bir olaydır. Bu durumda hücreler vücuttaki yabancı ve zararlı unsurlar mücadele için bir araya gelirler. Ve tehlikenin yok olmasından sonra dağılırlar.

Ur bir organın anormal irileşmesi olan hipertrofiden de farklıdır. Hipertrofi de bir organ işlevini daha iyi yerine getirebilmek amacıyla büyür. Örneğin böbreklerden birisinin alınması halinde diğerinin büyümesi böyle bir durumdur.


Ur nedir ?


Bağırsakta İyi Huylu Tümör
Bağırsakta
İyi Huylu Tümör
Ur vücudumuzda var olan hücrelerin herhangi bir nedene bağlı olmaksızın amaçsızca başına buyruk ve önlenemeyen biçimde üremesidir. Bu aşırı üreme nedendir. Hücreler nasıl olup da çoğalıp yeni dokular oluştururlar. Hücre ve moleküller üzerinde yapılan biyolojik çalışmalar bize hücrenin nasıl olup da patolojik bir duruma geldiğini anlatmaya yardım eder. Hücreler oldukça karmaşık sistemlerdir. Her bir hücrenin vücutta ayrı ve özel bir işlevi vardır. Hücreler çevrelerinde oluşan değişimlere genetik kodlarına uygun tepkiler gösterirler. Bu kodlar hücrenin çekirdeğinin içindeki DNA molekülündedir. Hücrenin her bir hareketini DNA ve molekülleri kontrol eder. Gerekli hallerde protein sentezi yapanda, hücrelerin çoğalmasını dikte edende bu moleküllerdir.

Her bir hücre komşu hücrelerle iletişim içindedir. Normal durumlarda hücreleri kontrol altında tutan çeşitli mekanizmalar vardır ve hücreler doğal sınırlarını aşmadan kendilerine verilen üreme talimatına harfiyen uyarlar. Fakat nedeni bilinmeyen bazı hallerde bir hücrenin mekanizması yanlış çalışmaya başlar ve üremesi başına buyruk bir hale gelir. Asi ruhlu bu ilk hücreyi diğerleri izler. Çevrelerinden aldıkları emirlere kulaklarını tıkayan yeni hücreler bu aşırı üremeye hız verirler. Zamanla bir araya toplanır ve uru oluştururlar. Her ne kadar üremeleri kontrolsüzse de bazen bu büyümeyi yeterli görüp dururlar. Bu düzensiz ve aşırı çoğalma sonucu üreyen bazı urlar iyi huyludur. Bu tür iyi huylu urlara benleri, derideki bazı lekeleri ve siğilleri örnek gösterebiliriz.

Merkezi ve çevresel sinir sistemi hakkında bilgiler

Merkezi ve Çevrel Sinir Sistemi
Merkezi ve Çevrel Sinir Sistemi
Her çok farklı bilgiler alırız. Bunların bazıları çevremizdeki insanlardan bazıları yaşadığımız ortamdan gelir. Bir grup bilgi de vardır ki bunlar kendi vücudumuzdan içimizden gelen bilgilerdir. Bunların çoğu bir tepki gerektirir. Bu tepki hareketlerimizde ve davranış biçimimizde görülür. Bu tür bilgiye saik yada dürtü deriz. Bu tür bilgileri ve uyarıları duyularımızdan beynimize ulaştıran karmaşık bir iletişim ve kontrol sistemimiz vardır ki buna sinir sistemi diyoruz.

İnsanların sinir sistemi bir sinir hücresi olan nörondan başlar. Nöronlar bilgi yada uyarıları hissedip belirli bir düzen içinde ilgili bölgelere yollamaya yarayan hassas bir yapıdadır. Sinir sistemimizin ilk halkası olan nöron bir hücre gövdesi ve bazı mikroskobik uzantılardan oluşmuştur. Dentrit denen bu uzantılar hücrenin dört bir yanından çıkar. Bunlar duyu alıcılarından yada başka bir sinir hücresinden gelen uyarıları hücre gövdesine ulaştırırlar.

Akson dediğimiz kalın bir sinir lifi uyarıları hücreden dışarı taşır. Her bir aksonun ucu bir sonraki nöronun dentritinin yakınına kadar uzar. Akson ile komşu hücre dentriti arasında sinaps yarığı denilen mikroskobik bir aralık kalır. Sinaps yarıkları her iki sinirin birbirine değmesini önleyecek kadar bir boşluk oluşturmasına rağmen kimyasal sinyallerin bir nörondan diğerine atlamasına imkan verecek kadar da dardır.

Bu kimyasal sinyallerden biri asetilkolindir ve uyarıların bir nörondan diğerine geçmesini sağlar. Asetilkolin bir aksonun uç noktasında oluşur. Sinaps boşluğunu geçer ve komşu nöronun dentritin de bir sinir uyarısı meydana getirir. Asetil kolin ve diğer kimyasal sinyaller aksonların sadece uç kısımlarında oluştukları için sinyaller sadece tek yönlü hareket edebilirler.

Kan hakkında bilgiler

İnsan kalbi günde 100.000 defadan fazla atar. Kalp işlevi kan pompalamak olan bir organdır. Kan görmek birçoğumuzu tedirgin eder. Kırmızı bir sıvıdan başka bir şey olmayan görünümü, inanılmaz karmaşık yapısıyla bir tezat halindedir. Vücudun tüm dokularının yaşamlarını sürdürebilmek için ihtiyaç duydukları bütün maddeler kanda vardır. Hastalıklara karşı en büyük silah olan kan, kendi kaybını önleyici önlemleri de almıştır.

Kılcal Damar, Arter, Arterioller ve Toplar Damarcıklar
Kılcal Damar, Arter,
Arterioller ve Toplar
Damarcıklar
Kan dolaşımını bir damarlar sistemiyle yapar. Kanı kalpten arterler alır sonra arterioller dediğimiz giderek küçülen damarlara sonunda mikroskop ile görülebilen ufak kılcal damarlara verir. Bu kılcal damarlar bir araya gelerek toplar damarcıkları, toplar damarcıklarda damarları oluştururlar. Damarlar kanı yeniden kalbe taşır. Dolaşım sisteminin gösterildiği çizimlerin çoğunda sadece kanı bir bölgeden bir başkasına taşıyan ana damarlar gösterilir. Bütün kılcal damarlar gösterilse vücut birbirine girmiş labirentlerden oluşan kırmızı bir blok olarak görülürdü. Vücuttaki kılcal damarları ucuca bağlamak mümkün olsa uzunlukları dünyanın etrafını tam iki kere dolaşırdı.

Vücudun bütün hücrelerinin yanında bir kılcal damar bulunur. Çünkü kandaki yaşatma gücü ancak bu kılcal damarlarla hücrelere geçebilir. Kılcal damarların cidarları kandaki bazı maddeleri dışarı verirken, bazılarını da içinde tutar. Dışarıya verilen maddeler kılcal damarın bulunduğu ortamda eksikliği duyulanlardır. Mesela bir ortamdaki oksijen miktarı kılcal damarın içindekinden azsa kılcal damar bu oksijenin gereken miktarını serbest bırakacaktır. Aynı zamanda bazı maddeler mesele atık maddelerde kılcal damarların cidarından geçerek içine girerler.

Cilt hastalıkları hakkında bilgiler

Ben, Et Beni, Cilt Kanseri
Et Beni
Vücudun dış yüzeyini saran deri en önemli organlarımızdan biridir. Bu en geniş organ hem koruyucu bir örtü hem de bir duyu organıdır. Deri vücudumuzun dış dünyayla arasındaki sınırdır. Yumuşak ve esnek olduğu kadar sert ve dirençlidir de. Dokunma duyumuz olarak beynimize dış dünyadan mesajlar yollar, ısıdaki büyük farklılıklara dayanıklıdır ve vücudu dış saldırılardan korur. Ama tüm ataklara karşı dirençli değildir.

3000’ne aşkın deri hastalığı saptanmıştır. Tıp biliminin ilgi sahasına giren hastalıkların yüzde 20 si deri hastalığıdır.

Deri üç katmandan oluşur. Bunlar üst deri, alt deri ve hipoderm denilen deri altıdır. En dışta yer alan ve göreceli olarak ince olan deri bir çok hücre katmanından oluşur. Avuç içleri ve sürtünmeye açık olan bölümlerinin dışında oldukça incedir. Derinin rengini veren melanin ve karoten pigmentleridir. Alt deride kan damarları vardır ve ayrıca sıcak, soğuk, sert, yumuşak, acı gibi dokunma duyularının sinir uçları da alt deridedir. Yağ bezleri, ter bezleri gibi salgı hücreleri de bu katmandadır. Kıl kesecikleri de alt deridedir. Yağ ve ter bezleriyle kıl kesecikleri derinin dışarıyla teması olan bölümleri olduğu için son derece hassastır.

Alt deriden sonra hipoderm denilen deri altı bölümü gelir. Bu aslında derinin bölümlerinden biri değil deriyi altındaki kas yapısına bağlayan bölümdür. Ter bezleri vücudun her tarafına yayılmıştır. Tüp biçimindeki bu bezler alt deriye gömülmüşlerdir. Sinir sistemi tarafından uyarılınca ter dediğimiz tuzlu sıvıyı salgılarlar. Egzersiz yaparken vücut harareti dengelemek için terler. Terlemeyi uyaran diğer nedenler havanın ısısı, rutubeti ve ruhsal gerginlik durumudur.

Yağ bezleri kıl keseciklerinin yanındadır. Lipit açısından zengin bir yağ salgılarlar. Bu yağ kılı izleyerek derinin üstüne kadar çıkar. Bu salgı derinin ve kılın kurumasını önler.


Deriyi etkileyen hastalıklar nelerdir?

Bunların nedeni dış yada iç etkenler olabildiği gibi her ikisinin karışımı da olabilir. Bakteri ve virüs kökenli olanları da vardır. Deride mantar, bakteri gibi bir çok organizma yuvalanır. Bunların bazıları zararsızdır. Bazıları sivilcelere neden olur. Bazıları da daha ciddi sorunlar yaratır. Diyabet, yüksek kolesterol, kanser gibi vücudun içinden gelen nedenlerde deride belirgin değişiklikler meydana getirir.

Patolojik deri değişikliklerinin tümüne dermatit yada egzama denilir ki bunlar alerji kökenli olabilir. Egzama hafif yada şiddetli kaşıntının eşlik ettiği bir deri iltihabıdır. Deride ufak yumrular oluşur sonra bunlar kabuk tutar. Hasta bunları kaşırsa üst deri kalınlaşıp sertleşir. Egzama çocuklarda olduğu kadar erişkinlerde de görülebilir. Nedenleri bilinmemektedir. Bazı araştırmacılar bunu strese bağlarlar ama bunu kanıtlayan bilimsel bulgular yoktur.

Göz hastalıkları hakkında bilgiler

Hem uzağı hem yakını görebilmek ne kadarda harikadır. Görme duyumuz öylesine kıymetli bir hazinedir ki sayesinde dünya üzerindeki tüm güzelliklerden görerek yararlanırız. Kimilerinin ruhun penceresi olarak da nitelediği gözler yardımıyla üzerinde yaşadığımız dünya ve çevremiz hakkında hayati bilgiler ediniriz.Fakat vücudumuzun diğer organları gibi gözlerimizde de arızalar ve hastalıklar çıkabilir.

Gözlerimizi bir kameraya benzetebiliriz. İrisin merkezinde göz bebeği adı verilen dairesel bir açıklık bulunur. İris kasları girecek ışığın miktarını ayarlamak üzere göz bebeğini ufaltıp büyütebilir. Retina doğal merceklerden meydana gelen son derece hünerli bir ağ olup göz ışığı retinaya yönlendirince retinada bu mercekler vasıtasıyla imgeleri kameradaki bir film gibi kaydeder.

Işık göze girdiğinde ilk kırılma korneanın dışbükey yapısıyla elde edilir. Ardından ışık gözün ön boşluğunu dolduran saydam sıvı, mercek ve camsı cisim denilen ve gözün küreselliğini sağlayan peltemsi madde olmak üzere bir dizi saydam ortamdan geçer. Doğal merceklerden meydana gelen bu sistem ışığın retina üzerindeki belli bir noktaya yönlenmesini sağlar ve bu noktada imgenin ters görüntüsü elde edilir.

Retinada iki tip ışık alıcısı bulunur. Birincisi renge duyarlı koni hücreler, ikincisi de ışığın yoğunluğuna ve kontrasta duyarlı çubuk hücreler. Göz, otomatik odaklama sistemi sayesinde herhangi bir mesafeden bir objenin net görüntüsünü elde eder. En temel bileşeni mercektir. Mercek göz bebeğinin hemen arkasında yer alan saydam ve esnek bir disktir. Uzaktaki bir objeyi görebilmek için kirpiksi cismin kasları vasıtasıyla her iki yöne doğru çekilerek yassılaşır. Yakındaki bir objeyi görmek içinse kaslar büzülür ve mercek şişerek ışıkta yeni bir kırılma meydana getirir.

Göz bebeğinde üç tane koruyucu katman vardır. Göz akı verilen dış katman, irisin önünde saydamlaşarak kornea adını alır. Damar tabaka adı verilen orta katman üç bölüme ayrılır. Koroit, kirpiksi cisim ve iris. Merceği yerli yerinde tutan kaslara bağlı kirpiksi cisim saydam sıvıyı salgılar. Son olarak da gözün iç kısmında ışığa karşı hassas hücrelerle aynı hizada retina yer alır. Sinir uçları beyne görsel mesajları ileten optik sinir sistemini meydana getirmek üzere bir yumak oluşturmuştur.

Her iki insandan birinde görme bozukluğu vardır. Bu durum çoğunlukla bir hastalık olmayıp gözün yapısındaki bozukluklardır. Bu arazlar gözün hatalı odaklanmasına yol açan kalıtımsal sakatlıklar yada mekanik problemlerdir. Bunlara en belirgin örnekler miyop, hipermetrop ve astigmattır.


Miyop


Miyop, İç Bükey Mercek
Miyop, İç Bükey Mercek
Miyop yada uzağı görmezlik her beş insandan birinde rastlanan yaygın bir görme bozukluğudur. Sıklıkla ergenliğe girişte ortaya çıkar, yetişkinliğe dek ilerlemeye devam eder bu dönemin ardından ilerleme durur fakat bozukluk varlığını sürdürür. Miyoplukta göz merceğinin odak noktası yani görüntünün en net şekli retinaya değil de camsı cisme yani göz boşluğuna düşer. Göz bebeğinin ön arka çapı gereğinden fazla uzunsa yada korneanın dış bükeyliği aşırı derecede belirginleşmişse miyopluk meydana gelir. Miyop olan bir kişi nesneleri ancak yakındayken görebilir. Uzaklık arttıkça görüntü bulanıklaşır. Miyopluk görüntüyü retinaya doğru itecek içbükey mercekli gözlüklerle düzeltilebilir.

İnsan derisi hakkında bilgiler

Mikroskop altında insan derisi
Mikroskop altında insan derisi
Deri insan vücudunun tek parçadan oluşan en geniş organıdır. Hem sağlam hem esnek, hem düz, hem kırışık, hem sert, hem de yumuşak bir dokudur. Kişinin ve kültürünün yapısı deriyi bir kanaviçe gibi işlemiştir. Özel bir mikroskop ile yakından bakıldığında deri oldukça yabancı bir şekil ve garip bir yapıya sahiptir. Deriye hayati organlarımızdan biri niteliğini kazandıran iste bu yapısıdır.

Deri vücudu dış dünyanın etkilerinden korur. Hem ısınmamızı hem serinlememizi sağlar. Vücudun hastalıklara karşı korunmasının öncü gücü olan deri sürekli olarak kendini yeniler. Şiddetli bir yanık sonucu deri vücudumuzu kısmen de olsa örtmezse su kaybı nedeniyle ateşimiz normalin altına düşer. Bir yangında ciddi bir şekilde yanan bir kişinin ölüm nedeni soğuktur. Ayrıca derideki bir yanık her türlü enfeksiyona çıkarılmış bir davetiyedir.Deri sadece vücudumuz için bir örtü değil ayrıca sahip olduğumuz en geniş yekpare duyu organımızdır. Hepimiz derimizin duyu hissinden yararlanarak hareketlerimizi düzenleriz.

Derinin yapısı ve Katmanları, Üst deri, Alt deri, Yağ Tabakası
Derinin yapısı ve
Katmanları
Deri birbirinden tamamen farklı tabakalardan oluşur. Temelinde yağdan oluşan bir katman vardır. Bu yağ katmanı yalıtım görevi görür. Bu tabakanın üstünde deriye esnekliğini, gücünü veren ve büyük kısmı proteinden oluşan bir bölüm vardır. Yağ katmanının üstündeki ilk tabakaya alt deri, onun üstündekine üst deri deriz.

Üst derinin her iki tarafı da su geçirmez bir yapıya sahiptir. Dışarıdan vücuda ve vücuttan dışarıya su geçirmez. Oldukça dayanıklı ama yinede yumuşaktır. Vücudu güneşin ultraviyole ışınlarından korur. Hücrelerin önemli bir kısmı ölüdür. Alt deriyle temas halinde olan kana yakın kısımları canlı hücreler tabakasıdır. Bu hücreler bölünerek çoğalır ve yeni hücreler eskilerini yukarı iterek alt deriden uzaklaştırırlar. Üst deri hücreleri yassılaşarak hücre niteliklerini kaybetmeye başlar ve keratin adını verdiğimiz sert bir maddeye dönüşürler. Kanın besleyiciliğinden giderek uzak kalıp ölen bu hücreleri keratin bir arada tutar.

Üst derinin kesitine yakından bakınca sağlamlığının nerden kaynaklandığını anlarız. Birbirinin içine girmiş karmaşık bir yapısı vardır. Her bir katman bir diğerine sıkı sıkıya bağlıdır. Ama bir katmanın zarar görmesi diğerlerini etkilemez. Zaten fark etmesek de derimizin bir kısmı sürekli bir şekilde dökülmektedir. Özellikle sert satıhlara sürttüğümüzde bu artar. Bu şekilde kaybolan parçaların yerini almak için üst derinin en altında kalan hücreler durmadan yeni hücre üretir.

Solunum yolu hastalıkları hakkında bilgiler

Günümüzde büyük şehirlerde yaşamak kirlenmiş bir havayı teneffüs etmek anlamına geliyor. Çalışma ortamımızda fabrikalarda hatta ofislerde bile kimyasallarla kirlenmiş havayı soluyoruz. Ciğerlerimize zarar verecek bir çok zehirli gaz var havada. Ama hepsinden daha zararlı olanı sigara dumanı. Gaz zehirlenmeleri ani ve çok ciddi sonuçlar doğuruyor olabilir ama bu sık olan bir şey değil.

Soluk Alıp Verme
Soluk Alıp Verme
Solunum sistemi hastalıklarının nedeni zamanla değişmiştir. Eskiden bunların tamamı verem gibi bulaşıcı ve enfeksiyona bağlı hastalıklardı. Bugünse çevre ve yanlış yaşam alışkanlıkları yatıyor bu hastalıkların kökünde. Günümüzde solunum sistemlerinde rastlanılan en yaygın hastalıklar bronşit, amfizemi, astım ve akciğer kanseridir.

Tüberküloz da dediğimiz verem hastalığının yaygın olduğu zamanlarda bu hastalığın kurbanları sanatoryumlarda karantina altında tedavi edilirlerdi. Verem antibiyotikler ve hijyenik şartların geliştirilmesiyle yavaş yavaş gücünü kaybederken ciğerlerimizi tehdit eden bir başka unsur yaygınlığını ve bu şekilde de tehlikesini artırmaya başladı. Sigara.

Bu sağlıksız alışkanlık birinci dünya savaşından sonra önce erkekler arasında ikinci dünya savaşından sonraki 50'li ve 60'lı yıllarda da kadınlar arasında hızla yayılmaya başladı. Açılmış haliyle orta çapta bir apartman dairesi büyüklüğüne eşit 90 metre kare alana sahip olan ciğerlerimizin soluduğu havayla etkilenmesi son derece doğal.

Solunum sistemi hakkında bilgiler

Solunum Sistemi
Solunum Sistemi
Oksijeni bol bir ortamda yaşıyoruz. Oksijen, teneffüs ettiğimiz havanın kokusu, tadı, rengi olmayan, görülmeyen bir parçası. Yaşamımızı sürdürebilmemiz sürekli olarak taze oksijen bulabilmemize bağlıdır. Durmak bilmeyen nefes almalarımız sırasında dakikada 1700 cm3 oksijen içimize çekeriz. Yemek yemeden 1 ay, su içmeden 1 hafta yaşayabiliriz ama oksijensiz kalabileceğimiz süre 5 – 6 dakikayı geçemez.

Yaşadığımız gezegenin özelliklerinin başında oksijeni bol bir atmosfere sahip olması gelir. Bir oksijen atomu ikinci bir oksijen atomu ile birleşerek saf oksijeni yani O2’yi oluşturur. Atmosferin 1/5 i oksijendir. Kimyasal bakımdan O2 hemen hemen bütün elementlerle birleşebilecek kadar aktif bir yapıya sahiptir. Karbonun oksijen ile yanmasında olduğu gibi karbon ile birleşme karbondioksit gazı ve enerji üretir.

Yanan bir kibritte bu enerji çabuk tükenirken, canlıların vücudunda ise bu enerji yavaş tükenir. Örneğin alevin ömrü kibritten aldığı karbon ve havadan aldığı oksijen miktarına bağlıdır. Karbondioksit yanma sonucu geride kalan atıktır ve aleve bir faydası yoktur. Aynı durum canlılar içinde söz konusudur. İnsanlar karbonu yedikleri besinin şeker moleküllerinden elde ederler. Bu karbon vücuda nefes alma yoluyla giren oksijen ile karışıp karbondioksit olarak vücuttan atılır. Bu işleme solunum denir.

Etrafımızda yaşayan hayvanlar ve bitkilerin her biri oksijen ihtiyaçlarını kendilerine has yöntemler ile giderirler. Suda, denizde, okyanuslarda da oksijen vardır. Deniz hayvanları ve bitkileri de sudaki oksijen sayesinde yaşamlarını sürdürebilirler. Bazı tek hücreli canlıların solunum şekli son derece basittir. Oksijen alırken hiçbir güç sarf etmelerine gerek yoktur. Zardan oluşan vücut yapıları oksijenin geçmesine uygundur. O2 hücrenin içinde yakılır. Sudaki O2 daima hücredekinden fazladır. Ve oksijen dengeyi korumak için hücreye girmeye devam eder. Bunun nedeni oksijenin her yerde aynı yoğunluğu tutturabilmek için yoğunluğu çok yerden yoğunluğu az yere akma eğilimidir.

Diyabet hakkında bilgiler

İnsülin Şırıngası
İnsülin Şırıngası
Şeker kronik bir hastalıktır ve yetişkinlerin yaşam süreçlerinde değişik nedenlerle belirir. Ancak birkaç aylık bebeklerde bile rastlanılan bir hastalıktır, şeker hastalığı. Çocuklarda rastlanılan şeker hastalığına bir çok değişik isim verilmiştir. Tip 1 diyabetler, çocukluk çağı şeker hastalığı, insüline bağımlı şeker hastalığı bunların arasındadır.

Bu hastalığı taşıyan çocuklar yaşam boyunca bir çok şeye dikkat etmek ve hastalıklarını kontrol altında tutmak zorundadırlar. Şeker dünyada 100 milyondan fazla insanı etkileyen yaygın bir hastalıktır. Çocukların bu rakam içindeki payı yüzde 3 ila yüzde 6 arasında değişir. Kuzey yarım kürede daha çok görülen bir hastalıktır. İskandinav ülkelerinde yüksek, Japonya da düşük düzeyde görünür.

Şeker hastaları besinleri uygun bir şekilde enerjiye dönüştüremezler. Yediğimiz besinleri sindirim sistemimiz glikoz denilen ve bir karbonhidrat türü olan şekere indirger. Başlıca enerji kaynağı olan glikoz kan aracılığı ile hücrelere ulaşır. Glikoz kanda dolaşırken midenin arkasında bulunan pankreas kandaki glikozun hücrelere girmesine katkıda bulunan bir hormon salgılar. Ne var ki şeker hastalarında pankreas yeterli insülin salgılayamaz. Yada salgılanan insülin etkisizdir. Hücreler tarafından soğrulamayan glikoz kanda kalarak hiperglisemi dediğimiz kanda normalden fazla şeker birikmesine neden olur. Bu kan şekerinin yüksekliği durumudur.

Diyabeti başlıca iki grupta toplayabiliriz. Andrea'nın ki tip 1 dediğimiz insüline bağımlı diyabettir. Şeker hastalarının sadece yüzde 5 ila yüzde 10 arası bu gruptandır. Ama bunlarında yüzde 90’ı çocuktur. Tip 2 dediğimiz ve insüline bağımlı olmayan şeker hastalığına genellikle yetişkinlerde rastlanır. Ve vakaların yüzde 90’ı aşırı kilodandır. Bu hastaların vücutları yeterli insülini üretir ama bu insülin vücut tarafından yeterli etkinlikte kullanılamaz.
Çocuklarda Diyabet
Çocuklarda Diyabet
Şeker hastalarının yüzde 90’ı bu gruba girer. Bu iki ayrı tip neredeyse iki ayrı hastalıktır. Tip 2 çoklukla 40 yaşından sonra ve zaman içinde yavaş yavaş gelişirken, Tip 1 aniden ortaya çıkıp vücutta ciddi bir insülin eksikliği görülür.

Alerji hakkında bilgiler

Alerji yüzde 10 ila yüzde 20 arası insanı etkileyen çok yaygın bir sağlık sorunudur. Bazı maddelere karşı alerji ve aşırı duyarlılık kadın erkek ayrımı yapmadan her yaş için söz konusudur. Alerjik tepki bünyeden bünyeye değişir. Bazılarında sadece huzursuzluk veren bir rahatsızlık meydana getirir. Bazılarında ise günlük yaşamlarını büyük çapta etkileyen hatta yaşamsal tehlikeler meydana getiren düzeyde olabilir.

Alerji Nasıl ve Neden Olur?
Alerji Nasıl Olur?
Muhakkak ki çevremizde belirli şeyleri yememeye. bazı hayvanlara yaklaşmamaya, tozlu ortamlar da bulunmamaya çalışan insanlara rastlamışsınızdır. Bu onların alerjik bünyelerinden ötürüdür. Yani başkalarına zarar vermeyen yabancı maddelere alerjen denilen, alerjiye neden olan ve antikor oluşumunu uyaran maddelere karşı onların vücudu aşırı duyarlılık göstermektedir.

Çevremizde alerjiye neden olan sayısız cisim vardır. Bitkiler, hayvanlar, bazı besin ve ilaçlar, çamur, toz, deterjanlar, boya ve hatta böcekler bile alerji nedeni olabilir. Alerji aile bireyleri arasında sık rastlanılan bir durumdur. Anne ve babası alerjik olan bir çocuğun bünyesinin alerjik olma ihtimali yüzde 75’e kadar çıkar. Eğer ebeveynden sadece biri alerjikse bu ihtimal yüzde 25 – 50 arasındadır. Ancak şunun da altını çizmeliyiz ki, çocukların alerjik türünün ebeveynleriyle aynı olması gerekmez.