Grip ve soğuk algınlığı hakkında bilgiler

Grip, Soğuk Algınlığı, Nezle
Grip
Soğuk algınlığından daha yaygın bir hastalık düşünemeyiz. Her sene on binlerce yetişkin ve çocuk kısa yada uzun süre bu tatsız hastalığın pençesine düşer. Soğuk algınlığı gibi yaygın bir başka hastalıkta griptir. Özellikle kuzey ülkelerinde neredeyse herkes her sene soğuk algınlığı yada gripten yatar. Bu hastalığın soğuk iklimlerde daha yaygın olduğunu göstermez. Ama bulaşıcı hastalıkların soğuk havalarda daha çok yayılmasının nedeni insanların daha çok evlerine kapanmaları, iyi havalanmayan fazla sıcak ve kapalı ortamlarda yaşamalarıdır.

Virütik enfeksiyonların giderek artan bir hızda çoğalması onların bulaşma yeteneklerinden ileri gelir. Sağlıklı bir insanın gözü, burnu, ağzı hasta bir insanın burun yada boğaz salgılarından biriyle temasa geçerse bulaşıcı hastalık o kişiye de geçer. Sağlıklı bir kişi solunum yoluyla da, virüsün yeni bulaştığı bir cisme dokunarak da bu virüsü alabilir.

Virüs deride sadece birkaç dakika yaşar ama cansız objelerin üzerindeki yaşam dirençleri saatlerce sürebilir. Soğuk algınlığı virüsünün bulaşmasında ellerin büyük rolü vardır. Grip virüsü ise havadan geçmeyi tercih eder ve solunum yoluyla insan vücuduna girer.


Soğuk algınlığı ve grip arasındaki fark nedir?

Aslında ikisi de virütik enfeksiyonlardır ve belirtileri birbirine benzer. Ne var ki farklı virüslerden oluşurlar ve soğuk algınlığı o kadar ciddi bir hastalık değildir. Soğuk algınlığına neden olan yüzlerce virüs tipi vardır. Sadece bir tip virüs olan rhino virüsünün 90 değişik şekli ile karşılaşabiliriz. Aynı şey corona virüs içinde geçerlidir. Bu nedenle etrafta bir soğuk algınlığı salgını varsa onun virüsü büyük ihtimalle bir öncekinden farklıdır.

Virüsler hakkında bilgiler

Virüs, her geçen gün daha sık kullandığımız bir kelime. Bu kelimeyi duymayanımız yoktur. Çoğumuz için bu üşütme yada gribi temsil eder. El sıkışma veya ufak bir temas ile bulaştığını biliriz ama ne olduğunu pek bilenimiz yoktur.

Virüs nedir?
Bir bitki yada hayvan mı?
Hatta yaşayan bir cisim olarak kabul edilebilir mi?

Virüs küçük ve basit yapılı bir enfeksiyon etmenidir. Virüse bağlı hastalıklar genellikle birkaç günde geçen hafif rahatsızlıklardır. Ama mesela herpes virüsünden kaynaklanan hastalık hayat boyu sürebilecek ağrılara, rahatsızlıklara yol açar.

Virüsler hakkında ilk öğreneceğimiz şey onların ne kadar ufak olduklarıdır. Ortalama büyüklükteki bir virüsün çapı 1 milimetrenin 10.000 de 1’i kadardır. Tipik bir virüs iki ana parçadan oluşur. Bunlardan birincisi çevresindeki protein yapısındaki kabuktur. Bazı virüslerde bu kabuğun üzerinde lipit ve karbonhidratlardan oluşan bir katman daha vardır. İç taraftaysa DNA yada RNA yapısında bir nükleik asit çekirdek bulunur.

Virüs Çeşitleri

Çokgen Şekilli Virüs, Saplı Gövdeli Virüs
Çokgen Şekilli Virüs
Virüs, Küre Kristal Virüsler, 20 Yirmi Üçgen
Küre Kristal Virüsler
Çubuk Virüs
Çubuk Virüs

Virüslerin çoğu birkaç bin molekülden oluşur. Özel bir mikroskop ile bakıldığında bir küre görünümü olan virüsler aslında 20 üçgenden meydana gelen bir şekle sahiptirler. Bazı virüslerse çubuk biçimindedir. Bunlarda birbirine sarılmış iki katman vardır. Nükleik asit dışında bir yay biçiminde protein kısmı bulunur. Bazı virüslerde çok kenarlı bir baş ve silindir biçimli bir kuyruktan oluşup nispeten karmaşık bir yapıya sahiptirler. Bunların biçimlerini bir uzay aracına benzetmek mümkündür. Baş tarafı içinde nükleik asit bulunan ve etrafı protein kabukla sarılan bölümdür. Ondan bir sap, saptan da ince lifler çıkar.

Baş ağrısı hakkında bilgiler

Baş Ağrısı
Baş Ağrısı
Baş ağrılarının birincil ve ikincil türleri vardır. Birçoğunun kökeni halen tam anlaşılmamış olmakla beraber genellikle iyi huylu özellik sergiliyor. Ancak bazen ciddi ve yaşamı tehdit eden nedenlerle ilişkili olabiliyor.

Birincil baş ağrıları arasında, gerilim tipi baş ağrıları, migren ve küme baş ağrıları sayılabilir. Bu tür baş ağrıları, başka bir tıbbi rahatsızlık nedeniyle oluşmaz. Baş ağrılarının büyük bir kısmı bu kategoriye düşer.

İkincil baş ağrıları ise kafa yaralanmaları, enfeksiyon ve kanama gibi diğer ciddi sorunlar ya da beyin tümörü gibi çok ciddi problemler nedeniyle oluşur. Gerilim tipi baş ağrısı, en yaygın birincil baş ağrısı türüdür.

Bağışıklık Sistemi Bağışlamaz

Bağışıklık Sistemi, Mikrop, Virüs, Bakteri, Toksin, Mantar
Bağışıklık Sistemi
Vücudunuzun içinde bir ordu harekete geçiyor. İster kara yoluyla gelsinler ister hava yoluyla tüm istilacılara karşı anayurdunu koruyor. Bu yazımızda, vücudumuz düşman bir ortamda saldırıları savuştururken barikatları güçlendiriyoruz.

Graham ölümcül bir muharebeye en fazla bu kadar yakın olabilir. Ancak bizim tembel televizyon bağımlılığımız yine de bir kahraman. Bir öğleden sonra tembellik ederken bile Graham'ın vücudu kuşatma altında. Etrafındaki milyarlarca düşmanı, asalakları, virüsleri ve mikropları savuşturuyor. Vücudumuz kendi bağışıklık sistemini geliştirmiştir. Uzmanlaştıkları rolleriyle bir mikroskobik hücre ordusu saldırganları engeller, istilacıları yok eder, hatta hasarı tamir eder. 21. yüzyıl yaşamı kolay görünüyor ancak bu görünmez hücre ordusu olmasaydı, daha bebekken hayatımızı kaybederdik. Mızraklar sadece Graham'ın hayal dünyasında var ancak kesikler ve yaralar günlük hayatın bir gerçeği.

İlk savunma hattımız derimizdir. Derinin savunması aşılırsa vücut savunma ve onarım için derhal birliklerini harekete geçirir. Kan, bir ilk yardım çantasının bütün malzemelerini içerir. Defalarca büyütülmüş kilit oyuncuları görüyorsunuz. Yarayı tıkayan trombositler, kiri ve döküntüleri temizleyip enfeksiyonu öldüren akyuvarlar. Hızlı tamir işlemi olmasa hepimiz genç ölürdük. İyileşme kemiklerde başlar. Vücut savunma ve onarma tugayını burada üretir. Kemik iliği kanda devriye gezen uzman şok birliklerinin doğum yeridir. İlk harekete geçenler trombosit denen küçücük hücrelerdir. Yarayı tıkamak için kan damarlarının içinden saldırırlar. Onlar olmasa en küçük çizikte bile kan kaybından ölürdük. Alyuvarlar kesilen bir yerdeki kanda oluşan mikroskobik bir lif ağına yakalanırlar.

AİDS hakkında bilgiler

AİDS, HİV
AİDS
Son yıllarda büyük ve tehlikeli bir salgın ürkütücü bir hastalık bir grup insanı kırıp geçiriyor. Kurbanlarının bulaşıcılığından ötürü toplumdan dışlandığı henüz tedavisi olmayan bu hastalık AİDS.

Jerry de bir süre önce bazı sağlık sorunları belirmeye başlamış. Yorgunluk, kilo kaybı ve ateş bunların başlıcaları. Tanı HİV virüsü bulaşması yani AİDS’e neden olan virüs. Poll de AİDS virüsünü almış. Yaşamı değişik hastalıklarla sık sık bölünüyor ve son altı ayda altı ayrı ameliyat geçirmek zorunda kalmış. Bu hastalıkların nedeni taşıdığı HİV virüsü.

Edinilmiş bağışıklık yetersizliği sendromu hastalığına ilk olarak 1981 yılında rastlanılmış. Ama tanımlanması 1983 yılında olmuş. O günden bu yana bilim adamlarını uğraştırmaya ve kurbanlarını acımasız bir şekilde kaçınılmaz sona doğru taşımaya devam ediyor. Hastalığın nedeni HİV olarak bilinen insan bağışıklık yetersizliği virüsü.

İlk başlarda belli ülkelerde ve gruplarda rastlanılan bu hastalığa günümüzde dünyanın dört bir yanında her yaş ve cinsiyetteki insanda rastlanıyor. HIV ile tanışmış annelerin bebekleri bile bu hastalığı taşıyor ve onun kurbanı oluyorlar. Sadece kanada da AIDS’li vakaların sayısı her yirmi ayda bir ikiye katlanıyor. 25 – 44 yaş grubundaki erkeklerin ölüm nedeni olan ilk on hastalığın içinde artık AİDS’te var.

Böbrekler hakkında bilgiler

Böbrekler yumruk büyüklüğünde fasulyeye benzer şekilde ve karnın arka kısmında en alt kaburga kemiğinden sonra omuriliğin iki yanına yerleştirilmiş, kızılımsı-kahverengi iç organlarımızdır. İşlevleri tüm vücudumuz açısından hayati önem taşır. Ana işlevi vücudun su dengesini düzenleyip, bir filtre gibi kanı temizlemektir. Sodyum, potasyum ve madeni tuzlar gibi gerekli maddeleri tutup metabolizma artıklarının vücuttan atılmasını sağlarlar. Vücuttaki su dengesini sağlamaları önemli işlevlerindendir. Fazla suyu idrar olarak atarken, gerekli kadarını vücutta tutarlar.

Böbrek
Böbrek
Kalsiyum, fosfat gibi minerallerin gerekli olanını tutup gereksizini atarak kemiklerimizin gelişmesinde oynadıkları rol, vücudun gelişip büyümesindeki önemlerini gösterir. Ayrıca kemik iliklerinde alyuvarların oluşmasını hızlandıran bir tür hormonla, proteinleri parçalayarak kan basıncını dengeleyen renin hormonları böbrekler tarafından salgılanır.

Dakikada yaklaşık bir litre kan atardamarlar aracılığıyla böbreklere gelir. Her bir böbrekte bir ucu kapalı 3 – 5 cm uzunluğunda çok ince borucuklardan oluşan bir milyon kadar nefron vardır. Bunların içinde kan plazmasını süzerek idrarın oluşmasını sağlayan glomerül denilen yoğun kılcal damar yumakları bulunur. Kanın temizlenmesi sırasında su ve atıklar bu atıklar arasından geçerek idrar haline gelirler. Temizlenen kan toplar damarlar yardımıyla böbreklerden ayrılır. Süzülme sırasında suyun büyük kısmı kana karışırken, bir kısmı da idrar olarak vücudu terk eder. Gün boyunca alınan sıvıya bağlı olarak vücut günde 1 – 2 litre kadar idrar atar.

Sırt ağrıları hakkında bilgiler

Omurga hem sağlam hem de esnek olan karmaşık bir yapıdır. Çok geniş çaplı hareket kabiliyeti sağladığı gibi ağır yükleri kaldırabilmemize de olanak sağlar. Aynı zamanda da vücudumuza sürekli destek sağlayan bir yapıdır. Omurga dayanıklı olduğu kadar gereğinden fazla bükülmeye, biçimsiz duruşa ve ağır yüklerin hatalı kaldırılmasına karşı aşırı hassas olan, kırılgan olan bir yapıdır. Sırt ağrıları sık rastlanan bir rahatsızlıktır. İnsanların yüzde 80’i bu ağrılarla bir şekilde karşılaşmıştır. Eğer omurga zorlanırsa sonuçları acı olur, hafif ağrılardan kronik ağrılara doğru genişleyen bir yelpazede sorunlara yol açar.

Sırt ağrıları meslek hastalıklarının yüzde 25 ila yüzde 30’u kadarını temsil eder. İnşaat, tıbbi hizmetler, sanayi, ormancılık ve nakliyecilik gibi sektörlerde çalışanlarda sırt ağrılarına rastlanma düzeyi daha yüksektir. Hatta müzisyenlerde acemice duruşlar nedeniyle problemler meydana gelebilmektedir. Sırt ağrısı çekenlerin sadece yüzde 6’sında kronik ağrıya rastlanır. Geriye kalan büyük çoğunluğun ağrılarıysa en geç 3 ay içinde tedavi edilebilmektedir. Sırt ağrıları diğer meslek hastalıklarına nazaran iki kat daha fazla iş gücü kaybına yol açar. Ve neden olduğu sosyal kayıplarda azımsanamaz.

Sırt ağrılarının sebepleri birbiriyle bağlantılı üç kategoriye ayrılır:

  1. Fiziksel ve psikolojik baskı,
  2. Sıklıkla iş esnasında meydana gelen kazalar,
  3. Mafsal iltihabı gibi araz bırakan hastalıklardır.

Radyoloji hakkında bilgiler

Damar İyodin Röntgeni
İyodin Röntgeni (Damarlar)
İnsan vücudunun içine bakmak. Kemikleri, kalbi, tüm organları ve bağırsakları görmek. Hastalıkların oluşumlarını ve vücuttaki yerini gözlemlemek. Bütün bunlar asırlar boyunca bilim adamlarının gerçekleşmesini imkansız gördükleri bir hayal, günümüzde görünmez adamı düşlemek gibi bir şeydi.

Ama bilim bir kez daha hayali gerçek yaptı. Röntgen ışınları, ultrason ve bilgisayar teknolojisi eski bir düşü, görünmezi görünür yapmayı mümkün hale getirdi. Artık kemikleri, kalbi, böbrekleri, damarları teşhis ve tedavi maksadıyla görebiliyoruz.

Bütün bunlar 1827 yılında çekilen ilk fotoğrafla başladı. 1895 yılında Alman bilim adamı Wilhelm Conrad Röntgen gizemli bir ışın buldu. Görünmeyen bir ışındı bu. İşte radyoloji böyle başlayıp, şaşırtıcı bir gelişme gösterdi.

Sara hakkında bilgiler

Sara, Beyinde Elektrik Fırtınası
Sara
Jul Sezar, Büyük İskender, Napolyon Bonapart, Dostoyevski, Einstein, Charlie Chaplin. Bu ünlülerin ortak bir sorunları vardı. Sara. Geçmişte saralıların ruhuna şeytanın girdiğine inanılırdı. Bugün bile sara kelimesi birçok insan için gizemlidir. 1965 yılına kadar ABD deki 3 eyalet saralıların evlenmesini yasaklıyordu. 1980 li yıllarda Almanya da saralıların yüzme havuzlarına girmeleri yasaktı. Günümüzde sara ile ilgili bilgiler bir hayli arttığından tedavi hala mümkün olmasa da hastalık ilaç tedavisi ile kontrol altında tutulabilmektedir.

Sarayı beyinde oluşan bir elektrik fırtınasına benzetebiliriz. Beyindeki elektrik normal akımını devam ettirirken sara bu akımda bir düzensizlik, bir çılgınlık meydana getirir. Elektrik akımındaki bu ani ve geçici düzensizlik beynin çalışmasında da geçici işlev bozukluklarına ve bilinç kaybı ile sonuçlanan nöbetlere neden olur.

Sara nöbeti sırasında hastanın vücudunun bir bölümünde ani ve geçici kasılmalar, istem dışı anormal hareketler görülür. Bir çok halde kişi bilincini tamamen kaybeder. Bu durumun nedenini tespit etmek kolay olmamakla beraber, bazı vakaların nedeni başa alınan sert bir darbedir. Bu durumda beynin zedelenen kısmının başlattığı anormal elektrik akımı saranın ve sara nöbetlerinin nedeni olur. Nöbetler öngörülemeyen hallerde gelir ve be belirsiz aralıklarla tekrarlanır. Saranın birçok türü olmakla beraber bunlar nöbet şekline göre kısmi ve genel olmak üzere ikiye ayrılabilir.

Bağışıklık sistemi hakkında bilgiler

Çevremizde, üstümüzde başımızda, içimizde bir an bile durmayan ama göremediğimiz bu nedenle de farkında olmadığımız müthiş bir yaşam mücadelesi var. Bu mücadeleyi göremiyoruz çünkü mücadeleyi verenler ancak mikroskopla görülebilecek kadar ufak canlılar. Bu ufak canlıların bir kısmı zararsız, ama bazı türleri var ki onlar ancak insan hücrelerini yiyerek ve zehirleyerek yaşamlarını sürdürebiliyorlar.

Bağışıklık Sistemi
Bağışıklık Sistemi
Mikroplar insan sağlığı için son derece tehlikelidir. Hastalıklar onların eseridir. Sağlığı tehdit eden başka unsurlarda vardır. Bitkiler aleminde zehirli mantarlar, hayvanlar aleminde parazit kurtları, şeritler, tenyalar, bazı tek hücreli hayvanlar, akciğer iltihabı, cinsel organ hastalıkları, frengi, tetanoz, menenjit, kızıl gibi ölümcül hastalıklara neden olan ve zararlı bakteri diye adlandırdığımız tek hücreli organizmalar bu tehlikeli mikroplar arasındadır.

Vücuda giren bakteriler çoğu zaman neden oldukları değişiklerle canlı hücreleri bozan ve parçalayan bir etki meydana getirirler. Bazılarının salgıları en güçlü zehir kadar öldürücüdür.

Sağlığımızı tehdit eden son grupsa bakteriden daha ufak, daha basit, daha hareketli ve çoğu zaman çok daha tehlikeli ve öldürücü olan virüslerdir. Virüs büyümez, kendi içinde çoğalmaz, beslemez ve beslenmez özellikleriyle canlı mı cansız mı olduğu bile tartışılan bir yığın genden oluşmuştur. Önce bir hücreye girer ve orada çoğalmaya başlar. Virüsler hiçbir şeyi kendi kendilerine yapamazlar. Üremek içinde hücrenin kimyasal bileşenini ve hücredeki elementleri kullanmak zorundadırlar. Girdiği canlı hücreyi de virüs üreten bir fabrikaya dönüştürür.

Sigara hakkında bilgiler

Sigara Bağımlılığı
Sigara Bağımlılığı
Günümüzde önemli bir sanayi ürünü olan sigaranın milyarlarca insanı bağımlı yapan bir özelliği var. Toplum yaşamında değişik zamanlarda, değişik anlam ve önem taşımıştır sigara içmek. Olgunluk ve deneyimin bir simgesi olarak kabul gördüğü zamanlarda vardır. Gücü, zenginliği, sosyal kimliği belirlediği zamanlarda olmuştur.

Dudaklarından düşmeyen sigaralarıyla ünlerine ün katmış, sigara dumanı ve kokusunu hatırlamadan düşünemediğimiz ünlüler vardır. Ama günümüzde toplumun sigaraya bakış açısı değişmiştir. Bugün artık sigaranın kalp damar hastalıkları, solunum sistemi rahatsızlıkları, yüksek tansiyon, akciğer kanseri gibi birçok hayati hastalığın nedeni olduğu bilinmektedir.

Sigara içmeyenlerse dolaylı olarak havadan alınan nikotinin zararlarının farkında olduklarından, soludukları havanın temiz ve sigara dumanının zehrinden uzak olmasını istiyorlar. Sigara içenler giderek artan bir hızla azınlık olmaya başlayınca sigara içilemeyecek yerler her geçen gün daha yaygınlaşıyor. Hiç şüphe yok ki sigara içmek o eski saygın, itibarlı ve imaj oluşturan niteliğini yitirmiş durumda. Bu kadar zararına ve mücadeleye rağmen sigara tiryakilerinin sayısını hala küçümseyemeyiz.

Peki, bir kağıda sarılmış birkaç tütün parçasından oluşan bu ufak ve zararlı maddeye bağımlılık neden?

Tütün ilk olarak Tobago Adasında yetiştirilen bir metre yükseklikte geniş yapraklı bir bitkidir. Tütün kullanımı ilk olarak Amerika kıtasında yaşayan yerli toplum arasında başlamıştır. Bu bitki Avrupa’ya İspanyollar tarafından getirilmiş ve 1560 yılında Fransa’nın Portekiz’deki büyük elçisi tarafından Fransa’ya sokulmuştur.

Kolesterol hakkında bilgiler

Kalp ve damar hastalıklarının büyük bir kısmı kan kolesterolünün yüksekliğinden ileri gelir. Kandaki kolesterol miktarının beslenme alışkanlığı ile yakın ilişkisi vardır. Geçmişte ağır yemekler yemek sadece bir zenginlik göstergesi değil, aynı zamanda sağlıklı bir vücudu simgelerdi. Günümüzde beslenme ile ilgili çok daha doğru bilgilere sahibiz ve beslenme alışkanlıklarımızda ciddi değişiklikler oldu. Özellikle de yağlı besinlere bakış açımızda önemli farklar oluştu. Yağ bileşimlerinden biri olan kolesterol, bir çok rahatsızlığın nedeni olarak görülüyor.

Peki kolesterol nedir?

Kolesterol Molekülü
Kolesterol Molekülü
Şurası muhakkak ki vücudumuzdaki her unsurun belirgin bir rolü ve faydası vardır. Hücrelerin zarında bulunan kolesterolde yaşam için zorunlu bir maddedir. Yediklerimiz vücudumuzu üç ana besin maddesiyle besler. Bunlar proteinler, karbonhidratlar ve lipit de dediğimiz yağlardır. Yağın ana bileşiklerinden biri, kendisi de yağlı asitlerden oluşan trigliserittir. Bunda az miktarda fosforit ve kolesterolde bulunur.

Kolesterol karmaşık bir çekirdek yapısına sahip mumsu bir moleküldür. Bu molekül suda yada kanda çözümlenmez. Vücudumuzdaki kolesterolün iki kaynağı vardır. Bir bölümü aldığımız besinlerden vücuda girer ama mühim bir kısmı da vücudumuz tarafından ihtiyaca göre üretilir.

Besinlerden gelen kolesterol hayvansal gıdalardandır. Sebze ve meyve gibi bitkilerde kolesterol yoktur. Kolesterol sadece et ve hayvansal yağlarda bulunmaz. Hayvansal besinlerden yumurta, süt ve tereyağında da kolesterol vardır. Kısacası her türlü hayvansal besinde az yada çok kolesterol bulunur.

Alkolün zararları hakkında bilgiler

Alkol, Alkolizm, Alkolün Etkileri, İçki, Sarhoş, Çift görme
Alkolün Etkileri
Sarhoşluk
Yaşamın yorucu ve gerginlik verici temposundan sonra dinlenmek için çoğumuz bir kadeh içki içmeyi alışkanlık haline getirdi. Alkol sanki kendimizi daha rahat hissetmemize yardımcı olurmuş gibi. Ne var ki bu son derece zararlı bir alışkanlık. Kısa bir sürede bolca alınan alkol sarhoşluğa, kontrolümüzü kaybetmeye, zehirlenmeye hatta ölüme kadar götüren tehlikelere yol açar. Genellikle zararsız olarak kabul edilen dozdaki alkolün bile beden ve ruh sağlığımıza küçümsenemeyecek zararları olduğu bir gerçek.

Alkolün Vücudumuzdaki Etkileri

Yediklerimiz gibi içtiğimiz alkolde sindirim yolunu takip ederek hazmedilmek üzere mideye gider. Ancak alkol molekülleri çok ufak olduğu için mide cidarı alkolün yüzde 20’sini emerek doğrudan kana karıştırır. Kalan alkol midedeki besinlerle karışıp kısmen sindirildikten sonra ince bağırsaklara geçer ve alkolün geri kalan yüzde 80’ide süratle burada kana karışır. Kan alkolü vücudumuzun diğer organ ve dokularına taşır. Ancak bu doku ve organlar alkolün kendilerine zarar vereceğini bildiklerinden süratle ondan kurtulma gayretine girerler.

Hiperaktivite ve dikkat eksikliği sendromu hakkında bilgiler

Eski toplumlar düşünce, bilgi ve hümanizme büyük değer verirdi. Ama günümüzün modern toplumunda hareketlilik ve canlılık ön plana çıktı. Oyunlar oynamak, yeni yeni şeyler denemek, hareketle canlılıkla öğrenmek ve büyümek büyük önem taşıdığı için artık anneler babalar hareketli cıva gibi çocuklarıyla öğünüyorlar. Seneler ilerledikçe çocuklar bu enerjilerini daha olumlu yönlere kanalize edebilirler.

Hiperaktivite Dikkat Eksikliği Sendromu
Hiperaktivite ve dikkat
eksikliği sendromu
Okul çağına gelen bir çocuk derslerde sakin olup dikkatini derse veren olgunluğa ulaşmış olmalıdır. Ders sırasında yerinde duramayan bir çocuk hem öğretmenlerini hem de sınıf arkadaşlarını rahatsız eder. Bu durumdaki çocuğun kendisi kadar ebeveyni, öğretmeni ve sosyal çevresi de ciddi sorunlarla karşı karşıyadır.

Hiperaktivite aşırı hareketlilik yada dikkat eksikliği sendromudur. 1940 tan sonra ve özellikle 1960 tan bu yana hiperaktivite ile ilgili birçok araştırma yapıldı. Bu durumla ilgili birçok soru cevaplandırılmaya çalışıldı.

Hiperaktivite bir hastalık mıdır, davranış bozukluğu mu?
Tedavi edilebilir mi?
Hiperaktif bir çocuğa karşı ebeveynin ve öğretmenlerin tutumu ne olmalı?


Bütün bu sorulara verilen farklı cevaplar ve çok farklı görüşler vardır. Bazıları bunu sadece aşırı hareketlilik olarak alır. Bu görüşe göre hiperaktif bir çocuk disiplinsiz ve gürültülü biraz da rahatsız edici bir çocuktur. Çocukların büyüklere göre daha enerjik ve bunun sonucunda da hareketli olmaları doğaldır. Ne var ki hiperaktif bir çocuk diğer çocuklardan farklı olarak şartların gerektirdiği durumlarda da sakinleşemez. Böyle durumlarda bu aşırı enerji kabul edilebilir bir durum olmaktan çıkar. İstenmeyen, uygun düşmeyen rahatsız edici fiziksel bir durum halini alır.

Bulaşıcı hastalıklar hakkında bilgiler

Bulaşıcı Hastalıklar
Bulaşıcı Hastalıklar
Çocukluğunuzda bazılarınızın cesurca bazılarınızın titreyerek sıraya girerek aşı oluşunuzu yada çocuklarınızı aşı için doktora götürdüğünüz günleri hala hatırlıyorsunuzdur. Çiçek aşısının rozete benzeyen izi hala çoğumuzun kolundadır. Dünyanın dört bir yanında çocuklar aynı programa uygun şekilde hastalıklara karşı aşılanıyorlar.

Bu öylesine evrensel bir uygulama ki çiçek gibi bazı bulaşıcı hastalıklar yok oldu gitti. Boğmaca, kızamık, suçiçeği, polyo, tetanoz, tüberküloz diğer adıyla ince hastalıkta denilen veremi duymayanınız yoktur. Bunlarla yapılan mücadele öylesine başarılı oldu ki yöresel birkaç vaka dışında bu hastalıkların eski gücünden artık eser yok. Ancak tamamen de yok olmadı bu hastalıklar.

Ülkeler arasındaki insan ve mal trafiği, aşılama konusundaki bazı ihmaller bu hastalıkların yeniden canlanması ihtimalini de devam ettiriyor. Bulaşıcı hastalıkların çoğunun mikroplarına karşı vücudumuz bağışıklık kazanmış durumda.

Diyabet 2 hakkında bilgiler

Diyabet
Diyabet
Bu Karol bir sırrı var. Belli bir doz almadan gününü geçiremiyor. Ama yaptığı yasadışı bağımlılıkla ilgili bir şey değil. İnsülin yapıyor, karol bir şeker hastası. Vücudu kanda bulunması gereken şeker miktarını kontrol edemiyor. Yaptığı insülin sayesinde kan şekerini olması gereken düzeyde tutabiliyor. Karol normal bir yaşama sahip olup, günlük aktivitelerini yapabilmek için vücudunu sürekli kontrol altında tutmak zorunda. Kan şekerindeki yükselme yada düşüşün çok ciddi komplikasyonları olabilir. Karol neden böyle bir sorunla karşı karşıya?

Tam olarak bilinemeyen nedenlerden ötürü Karolun bünyesi kan şekerini kontrol eden insülini yeterince kontrol edemiyor. Bedensel egzersizlerle kanındaki şekeri yapabilir ama bu sefer de kanında yeterli şeker olmaması nedeniyle ciddi sorunlar yaşar.

Şeker hastalığı son derece yaygın olmakla beraber henüz tedavisi mümkün olmayan hastalıklardan biri. Ölüme neden olan hastalıklar arasında üçüncü sırayı alıyor. Her 20 kişiden 1’i bu hastalıktan muzdarip. Bunların 5’te 1’i kalıtsal nedenlerle bu hastalığı taşıyor. Erkek kadın ayrımını fazla yapmayan hastalık yaşla da ortaya çıkıyor ve kadınlarda biraz daha yaygın. Sadece Kanada’ya bu hastalığın neden olduğu sosyal maliyet yılda 2 milyar dolar.

Prostat hakkında bilgiler

Prostat, erkeklerde idrar kesesinin altında olan ve er suyunda sperm hücreleriyle karışan sıvıları yapıp salgılar. Fındık büyüklüğünde ve 20 gr civarında bir ağırlıktadır. Özdek fakat sağlam yapılıdır. Prostat bir erkek üreme organıdır.

Er bezlerinden salgılanan sperm ve sıvıyı taşıyan kanallar birbirine yaklaşarak, prostatın ortasında siyekle birleşir. Prostatın işlevi er suyundaki sıvının yüzde 20’sini salgılamaktır. Bu salgı spermi sulandırır, ona akıcı bir nitelik verirken aynı zamanda besler. Cinsel birleşme sırasında sperm hücreleri prostatta toplanır ve boşalma ile vücudu terk eder.

Prostat, İdrar Kesesi ve Siyek
Prostat, İdrar Kesesi ve
Siyek
Prostatın idrar sisteminde de rolü vardır. İdrar mesanede toplanır, oradan siyeğe geçer ve bir boru idrarı vücuttan atar. Prostat mesaneyle birleştiği noktada bir huni şeklinde siyeğin etrafını sarar. Üreme ve idrar boruları prostatta birbiriyle birleşir. Bu kavşak noktasında birçok sorun oluşabilir.

Prostatın gelişmesi er bezlerinin kontrolü altındadır. Er bezi testosteron denilen ve insanın yaşamı süresince prostatın büyüklüğünü etkileyen erkeklik hormonlarını salgılar. Çocukluk döneminde prostat ufak ve fonksiyonsuzdur. Ergenlik çağında testosteron salgılanması artarak prostatı büyütür. 20 ila 40 yaşları arasında büyüklüğünde bir değişiklik olmaz. 40 yaşından sonra bilinmeyen bir nedenle prostat yeniden büyümeye başlar. Büyüyen prostat mesane ağzını kapatmaya başlar ve boşalma sırasında olduğu gibi idrarda da sorunlar meydana getirir.

İlaç kullanımı hakkında bilgiler

Günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde birçok eski hastalıktan artık bahsedilmez olmuştur. Bu çok önemli gelişme binlerce yıllık araştırma ve çalışmaların sonucudur. Tedavi edici ilaçların kaynaklarına inildiğinde bunların bir kısmı tesadüfler sonucu bulunmuş olsa da genelde çoğu uzun yıllar süren bilimsel çalışmaların ürünüdür.

Bitkisel Tedavi Kitabı
Bitkisel Tedavi Kitabı
Milattan 4000 yıl önce Mezopotamya da yaşayan Sümerliler ilaçlarla ilgili bilgileri bir araya getiren ilk topluluktur. Bilinen bu ilk ilaç kitabındaki bitkilere, vitaminlere, tuz gibi minerallere, bitki tohumlarına ve ağaç kabuklarına dair bilgiler bulunur. Mısırlılarda 800 ilaç formülü ve 700 zehirli müstahzarın listelendiği bir katalog yapmışlardır. Bir süre sonra Grek Medeniyetinden Hipokrat tüm eski ilaçları titiz bir elemeden geçirmiş ve sadece 200 civarında iyileştiriciyi korumuştur. Romalılar döneminde Dioskorides, farmakolojinin ilk temel başvuru kitabını hazırlamış, hekimlikte kullanılan 600 bitkiyi tek tek tanımlamıştır. Bu kitaptan asırlarca yararlanıldığı bilinir.

Eczacılığın bir ticari faaliyet haline gelişi 14. yüzyıla rastlar. Bu bilim dalı her zaman hekimlerle işbirliği halinde yürümüştür. Çağımızın modern ilaç sanayinin başlangıcı olan laboratuvarlarsa 17 yüzyılda kurulmaya başladı. Ama araştırmaya verilen öneme karşın bu dönemlerde bulunan ve kullanılan ilaçların büyük bir kısmı bilimsel çalışma sonucu değil rastlantılar sonucu ortaya çıkmıştır. Bir maddeyi kullanan hastaların iyileşmeye yüz tutmaları bu maddeyi ilaç olarak tanımlamanın başlıca nedeni ve yolu olmuştur.

İlaç sahasındaki ilk ve ciddi gelişmeler 20 yüzyılda kimya biliminin ilerlemesiyle mümkün olmuştur. İlaç sanayinin gelişmesi 2. dünya savaşıyla hızlanmış, harbin hemen akabinde antibiyotikler geliştirilmiştir. Son 10 yılda giderek artan bir hızla ilaç kullanımı yaygınlaşmıştır. En önemli gelişmeler kalp hastalıklarına iyi gelen ilaçlarda ve ruhsal bozuklukları düzene sokan psikoterapik ilaçlarda olmuştur.

Distoni hakkında bilgiler

Distoni hakkında fazla bilgimiz olmayan teşhisi zor bir hastalıktır. İstek ve kontrol dışı kas kasılmaları sonucu vücudun bir organının devamlı aynı hareketi yapması yada vücudun bir uzvunun kasılıp hareketsiz kalması söz konusudur. Zaman zaman ağrıya sebep olan bu bozukluğun yaşamsal önemi yoktur.

Ancak yaşamı zorlaştırıcı ve sıkıntılı bir hale sokan niteliği küçümsenemez. Bazı insanlar için distoni, bir işte çalışmada, özgüven sağlamada ve zor durumla karşılaşma halinde sorunlar meydana getirir. Distoni sinirsel bir sorundur ve düzensiz kas kasılmaları, kontrol dışı hareketler ve normal olmayan zaman zamanda ağrı veren duruş bozukluklarına neden olmaktadır.

Distoni
Distoni
Birden çok kas yada kas grubunu etkileyen türüne kısmi distoni diyoruz ki Rogerin kolunu ve boynunu etkileyen böyle bir durumdur. Bazen de tüm vücudu etkiler ki bu hale genel distoni diyoruz. Odaksal distoni kas distrofisi gibi sinirsel bozukluklardan 6 kez daha sık rastlanılan bir durumdur.

Multipl skleroz hakkında bilgiler

Ağır Seyreden Multipl Skleroz MS
Ağır Seyreden Multipl Skleroz
Multipl skleroz (MS) merkezi sinir sisteminin kronik bir hastalığıdır ve MS olarak da adlandırılır. Halsizlik, titremeler, sakarlık, görme bozuklukları, konuşma zorluğu, dengesizlik, kol ve bacaklarda duyu kaybı belirtileri arasındadır. Bazen değişik ciddiyette felce neden olur. İstisnai hallerde tüm hareket yeteneğinin kaybına ve ölüme kadar giden bir hastalıktır multipl skleroz.

Bu Arlet. Arletin üç çocuğu var. Büyük bir şirkette insan kaynaklarında çalışıyor ve oldukça iyi tanınan iki romanında yazarı. Günlük çalışma ritmi oldukça enerji sarf etmesini gerektiriyor. Ama Arletin bu kadar enerji birikimi yok. Çabuk yoruluyor ve gün içinde sık sık dinlenme ihtiyacı duyuyor. Arlet onu yorgun bırakan, zaman zaman kol ve bacaklarında güçsüzlük meydana getiren bu hastalıktan muzdarip.

Michaeldeki ise multipl sklerozun daha ağır seyreden bir tipi. Eski bir bale öğrencisi o. Ama neredeyse tamamen hareketsiz bir yaşama mahkum. Sadece oda sınırlı bir şekilde sağ elini kullanabiliyor. Ama yine de canlılığını kaybetmemiş ve bir yandan üniversiteyi bitirirken biryandan da evde özel ders veriyor.

Hastalığın başlıca iki farklı seyri vardır. Arletin ki belirsiz zaman aralıklarıyla belirip yok olan bir seyri takip eden türü. Atak geldiğinde kısmi duyu kaybından, felce kadar sonuçları görülür. Gerileme dönemlerinde hasta eski sağlığına kavuşabilir yada her ataktan sonra ufak yada büyük izler kalabilir.

MS’in diğer tipinde hastalık ağırlaşarak seyreder. Vücut fonksiyonlarından biri kaybolunca bir daha düzelme olmaz. Daha bir yıl önce Michael derste not falan tutabiliyordu. Ama artık arkadaşının notlarından yararlanmak zorunda.

Hastalığın hiçbir belirti göstermediği bir üçüncü türü daha vardır. Bu kişiler fizyolojik olarak hastalığın bütün özelliklerine sahip olmalarına karşın hastalıklarının farkına bile varmazlar. Bunların en az belirti veren vakalar kadar yaygın olduğu artık biliniyor.

Hastalık belli ırklarda ve dünyanın belli bölgelerinde yoğunlaşmakta. Ilıman iklimlerde yaşayanlar tropikal iklimlerdekinden daha çok etkilenmiştir bu hastalıktan. Gelişmiş batı ülkelerinde her 100.000 kişinin 40’ında bu hastalığa rastlanması, hastalığın rekor oranıdır. Amerika ve Kanada da bu oran bu civardadır. Ne var ki bu oran örneğin Japonya da 100.000 kişide 2 ila 4 arasında seyreder. Hastalığın beyaz ırkı daha çok vurduğunun rakamsal bir kanıtıdır bu. Kadınlarda erkeklerden bir misli fazla görülür.

Kızartılı lupus hakkında bilgiler

Birçok kişi böyle bir hastalığı duymamıştır bile. Teşhisi zordur kızartılı lupusun. Belirtileri bünyeden bünyeye değişir. Ve gerilediği dönemlerde kişi hasta olduğunu fark bile etmez. Kızartılı lupus bağışıklık sistemini etkileyen iltihabi bir hastalıktır. En yaygın belirtisi müthiş bir yorgunluk hissi, deride lekeler, güneş ışığına hassasiyet ve eklem ağrılarıdır. Her yaştaki erkek ve kadında rastlansa da yaygın olarak doğurganlık yaşındaki kadınlarda görülür. Hastalığın aktif olduğu dönemleri, süresi belli olmayan duraklama dönemleri izler. Hastalık çok hafif yada ağır seyredebilir ve birbirinin aynı seyreden vaka yoktur.

Bağışıklık sistemi en karmaşık sistemlerimizden olup bazı organ hücre ve dokulardan oluşur. Ve vücudumuzu virüsler gibi yabancı unsurlardan korur. Normal bir durumda bir insanın vücuduna bir virüs girince bağışıklık sistemi bir takım antikorlar üreterek bu yabancı maddeyle mücadeleye başlar. Ama kızartılı lupusu olan bir vücutta bağışıklık sistemi vücudun sağlıklı dokularıyla mücadele etmeye başlar. Bu özelliği kızartılı lupusu, romatoid artrit ve diyabet gibi öz bağışıklık sistemi hastalıkları sınıfına sokar.

Hastalığı ortaya çıkartan sağlıklı hücrelere atak eden antikorlardır. Bu antikorlar hücrenin çekirdeğine atak ederler. Antikorlar DNA’ya zarar vermezler. Hücrelerin çekirdeğine yada DNA’ya antikor etkinliği gösteren bu anormal immünglobulinlerin varlığı hastalığın gelişmesinde otoimmün (kendine bağışıklık veya öz bağışıklık) sisteminin rolü olduğunu gösterir. Bağışıklık sistemindeki bozukluklar sonucunda bu anormal antikorlar belirli bir tip hücre ve dokuya saldırırlar. Örneğin kansızlık, alyuvarlara saldıran anormal antikorlar nedeniyle ortaya çıkarken, merkezi sinir sistemi hücrelerine saldıran anormal antikorlar sinirsel düzensizliklere neden olur.

Hepatit hakkında bilgiler

Vücudumuzun en hayati organlarından biride karaciğerdir. Karın boşluğunun üst sağ tarafında bulunan karaciğer, süngersi yapıda, kan damarları, safra kanalları ve hücrelerden oluşan bir kanaldır. Kanla gelen besin maddelerini vücut hücrelerinin kullanabileceği biçime dönüştürüp, fazlasını depolamak, toksinleri etkisizleştirmek ve metabolizmayı ayarlamak en önemli işlevleridir.

Karaciğer
Karaciğer
Karaciğer çok fonksiyonlu bir organdır. Şeker, yağ, A ve B vitaminleri gibi bazı vitaminleri depolar. Bazı serum proteinleri de karaciğerde değişime uğrar. Karaciğerimizin bir günde salgıladığı 800 – 1000 ml safra yediklerimizin sindirimine ve yağların parçalanmasına yardımcı olur. Karaciğer metabolizma artıkları, nikotin ve alkolün toksinlerini ve proteinlerden gelen amonyağı vücuttan adar. Kan şekerinin dengede tutulmasına da katkısı vardır.

Bütün bu işlevleri nedeniyle karaciğer rahatsızlıkları, değişik yoğunluk ve ciddiyette çeşitli şikayetlere yol açar. Örneğin yeterince safra üretememesi halinde hafif hazımsızlıklar gibi bazı rahatsızlıklardan, göz akı ve cilt sarılığı yada kandaki kolesterol seviyesinin artması gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.

Karaciğer hücrelerinin yıkımı sonucu iştahsızlık, kaslarda kasılma, kalp atışlarında hızlanma ve kanamalar olabileceği gibi nöropsikiyatrik bozukluklar, titreme yada komaya kadar gidebilen arızalara neden olabilir. Her tür karaciğer rahatsızlığında karaciğer hücrelerinde azalma görülür ve bu durum hepatit gibi virüs kökenli karaciğer iltihaplanmalarında hat safhaya ulaşır.


Hepatit bir karaciğer iltihaplanmasıdır.

Antik devirlerden beri bilinen bir hastalık olmasın karşın ancak 20.yy’ın başında virüs kökenlide olabileceği anlaşılmıştır. Bunlara virütik hepatitler diyoruz. Virüsten kaynaklanan karaciğer hastalığı günümüzde en yaygın ve en hayati olanıdır. Karaciğer rahatsızlıklarının ve hepatitin belirtilerini sarılıktan önce tespit etmek genelde çok zordur. Bu riskte belirgin emareler olmadığı için durumunu tespit ancak bir kan tahliliyle mümkündür. Günümüz tıbbındaki ilerleme sonucu yapılan testler sayesinde hepatitin hangi tür olduğu saptanabilmektedir. Eğer virütik bir durum varsa virüsün hangi tür olduğunu tahliller sonucunda belirlemek artık mümkündür. Bugüne kadar 5 virüs tipi tespit edilmiştir.


Hepatit A, B, C, D, E

İleri Görüş: Görme hakkında bilgiler

Göz İris
Göz ve İris
Görme yeteneğimiz, bedenimizdeki en gelişmiş sistemlerden birine dayanır. Beyin kapasitemizin dörtte üçünü kullanır ve zor bir durumda gözlerimiz en küçük bir detaya bile yıldırım hızıyla odaklanabilir. Karanlıkta görebilmemizi, hatta gerçekte imkanı olmayan illüzyonları bile varmış gibi görmemizi sağlayabilir. Beynimiz uyurken de görmemizi olanaklı kılar. Belki de bir gün, gözlerimiz olmadan bile görebileceğiz.

Görme yeteneğimizin asıl sıra dışı yanları sınırlarımızı zorladığımızda ortaya çıkar. Bir cinayet zanlısı Los Angeles'ın göbeğinde hızla ilerliyor. Onu takip eden polis memuru ise Stan Berry. Bu aşırı hızlı dünyada saatte 160 km hızla giderken nelerin önemli, nelerin önemsiz olduğuna karar vermesi gerekiyor. Bunların üstüne bir de, şüpheliyi kaza yapmadan takip etmesi gerekiyor. Sağında ilerleyen araçlardan da, solundaki araçlardan da haberdar olması gerek. Aynı zaman da önündeki olaylara da odaklanması gerekiyor. Karşıdan karşıya geçen yayalar var mı mesela? Aynı zamanda, kaçmaya çalışan şüpheliyi de kaybetmemesi gerek.

Yaratıcı, gözlerimizi bunların hepsini yapacak şekilde tasarlamış.

İnsanoğluna görme yeteneği rehberlik eder. Bir çok hayvanın özelleşmiş bir tür görme duyusu vardır. Ama insanlar, bunların hepsinden birden faydalanıyor. Yeryüzündeki diğer canlılarda olmayan özelliklerle gözlerimiz on milyona yakın rengi ayırt edebilir, sonsuz uzaklığa odaklanmışken saniyenin beşte biri sürede 3-5 cm mesafeye odaklanabilir, en parlak günışığı altında ya da en karanlık gölgelerde ince bir detayı yakalayabilir, ve 180 dereceye yakın geniş açı görüntü alabilir.

Sindirim sistemi hakkında bilgiler

Sindirim sistemi her besini sindirebilecek bir yapıya sahiptir. İlk bakışta oldukça karışık gibi görünmekle beraber temel yapısı basittir. Uzunluğuna tutabilsek üzerinde özel bölümler ve organlar olan ince uzun bir borudan başka bir şey olmadığını görürüz. Sindirim ağız boşluğunda başlar. Yemek borusundan geçerek mideye ulaşır.

Sindirim Borusu, Ağız, Özefagus Yemek Borusu, Mide, Pankreas, Duodenum, Jejunum, İleum, Çekum, Kalın ve İnce Bağırsak, Anüs
Sindirim Borusu


Mide bu borunun genişlemiş özel bir bölümüdür. Sindirim mideden ince bağırsaklara oradan da kalın bağırsaklara geçer ve kalın bağırsaklarda son bulur. Sindirim borusu yetişkinlerde 9 metre uzunluğunda olup güçlü kas ve dokulardan oluşur.

Sindirim sistemi üzerinde sindirim için şart olan birçok yardımcı organ vardır ki besin bunların içinden geçmez. Tükürük bezleri, pankreas, karaciğer, safra kesesi, mide ve ince bağırsakları kaplayan beze dokuları bunlardan bazılarıdır.

Sindirim borusu ağız boşluğundan başlar. Sonra yemek borusu, mide, ince ve kalın bağırsaklar, tükürük bezleri, pankreas, karaciğer, safra kesesi ve beze dokuları. Kılcal damarlar ve sinirler organların çalışmalarını düzenleyecek şekilde sistemin her bir tarafını sarmışlardır.

Çiğnemek besin maddesini parçalayarak yüzeyinin genişlemesini sağlar. Böylece sindirimi sağlayan salgılar daha geniş bir yüzeyi etkileyerek hazmı süratlendirip kolaylaştırır. Besinlerin iyi parçalanmış oluşu sindirim sisteminin bütün aşamasında önem taşır. Kimyasal salgılar aracılığıyla oluşan kimyasal sindirim ilk olarak ağız boşluğunda başlar. Ağzımıza bir şey atınca hatta açken yemek düşününce bile sistemde üç çift olarak bulunan tükürük bezleri tükürük üretimine hız verirler.

Kaslar hakkında bilgiler

Kasın Yapısı
Kasın Yapısı
Vücudumuzda üç tip kas vardır. Birincisi kalp kaslarıdır ve sadece kalpte bulunur. İkincisi düz kaslardır ve bunlar genellikle iç organlarımızdaki istenç dışı hareketlerimizi düzenler. Mide, bağırsak, mesane ve göz irisi kasları gibi. Üçüncüsü de iskeletimizi hareket ettiren iskelet kaslarıdır.

İskelet kasları çizgili bir görünüme sahiptir. Bunlara çizgili kaslarda denir. İskelet kasları uzun silindir biçimindeki liflerden oluşur. Bu lifler kas hücreleridir. Her bir lif birçok lifcikten oluşmuştur. Bu lifciklerde bir yığın telcikten meydana gelirler. Flament denilen bu telcikler kalın yada ince olabilir ve birbirlerinin üstüne bindikleri yerlerde bir çubuk şeklini alırlar. Yani iskelet kasları bir yada birden çok lifin bir grup oluşturmasından meydana gelmiş, yan yana yerleştirilmiş ve bir bağ dokusu ile sarılmıştır. Bu doku kasın her iki ucunda tendon dediğimiz adaleyi kemiğe bağlayan güçlü bir kiriş oluşturur. Sahip olduğumuz en güçlü tendon baldır adalemizi topuğa bağlayan tendondur.

Kolun üst kısmında iki adale vardır. Üstteki iki başlı, alttaki iki başlıdır. Bu kaslar kemiğe tendonlarla bağlanmışlardır. Kasın kasıldığı sırada kemiğe bağlı sabit kalan yer kasın uç kısmıdır. Kasın hareket eden kemiğe bağlandığı eklemin karşısında da kasın kemik üzerinde tutunduğu bölge vardır. Her ne kadar vücudumuzda üç değişik tip kas varsa da bunların her birinin görevi aynıdır. Kasılmak. Kolumuzu kaldırdığımızda alttaki üç başlı kas gevşer, üstteki iki başlı kas kasılır. Kaslar hiçbir zaman itmez, daima çeker. Kolumuzu indirirken de iki başlı kas gevşer, üç başlı olanı kasılır.

Bükücü ve Açıcı Kaslar
Bükücü ve Açıcı Kaslar
Bir eklemi kıvıran adalelere bükücü (fleksör) kas, onu düzgünleştirene de açıcı (ekstansör) kas denilir. Başka bir kasa bağlanan kaslarda vardır. Yüzümüzdeki kaslar ise doğrudan derimize bağlanmıştır. Hareket etmemiz gerektiğinde kasılma uyarıları beynimizden adale dokumuza gelir. Bu uyarı ile kas dokumuzun flament dediğimiz telcikleri seviyesinde Adenozin Trifosfat yada kısaca ATP denilen bir bileşim oksijenin yardımıyla parçalanır. Bundan çıkan kimyasal enerji kaslarımızın en küçük parçası olan flamentlerin kısalmasına buda kasların kasılmasına sebep olur.

Migren hakkında bilgiler

Jefrinin dayanılmaz bir baş ağrısı var. Bu yılda birkaç kez tekrarlayan migren ağrısıdır. Ağrı başladığında Jefrinin yapabildiği tek şey ağrı kesici alıp beklemek oluyor. Migren çoğu zaman farklı nedenlere bağlı baş ağrılarıyla bir araya gelerek daha da dayanılmaz bir hal alır. Boyun ağrılarına ruhsal problemlerde eklenince gereğinden fazla ağrı kesici kullanma tehlikesi baş gösterir.

Migren ve Baş ağrısı
Migren ve Baş ağrısı
Karoline 15 yaşından beri zaman zaman boyundan gelen baş ağrılarının da eşlik ettiği migrenden şikayetçi. Boyun adalelerindeki kasılma ve sertleşmeler yaklaşan bir migrenin habercisi oluyor onun için. Steven bir hapishanede gardiyan olarak çalışıyor. Mahkumların bir ayaklanması sırasında başına darbeler almış ve o günden beri boyun ağrıları ve ruhsal bozukluklardan sonra migreni tutuyor. Jefri, karolin ve steven, üçü de ayrı tür migrenden şikayetçiler ve hepsinin tedavi yöntemleri de birbirinden farklı.


Peki ama migren tam olarak nedir ?

Migren ve Baş Ağrısı, Beyin Damarlarının Genişleyip Daralması
Beyin Damarlarının
Genişleyip Daralması
Migren kalp atışı gibi zonklayarak seyreden çok şiddetli bir baş ağrısıdır. Genellikle başın sadece bir tarafında hissedilir. Migrenin oluşmasını izaha çalışan bazı teoriler vardır. Uzun zamandan beri geçerliliğini koruyan bir teoriye göre migren beyinde ki damarların daralıp genişlemesinden ileri gelen bir ağrıdır.

Yeni geliştirilen bir teoriyse migreni nöronlarla ilgilendirmiş ve ağrıyı beyindeki kan damarları cidarındaki bir ödeme bağlamıştır. Son bir teoride beyindeki sinir dokularının uyarı iletiminde rolü olan serotonine dikkati çekmiştir. Serotonin bazı hücre ve organlarda özellikle sinir hücrelerinde kimyasal bir aracı görevi görmektedir.

Protez hakkında bilgiler

Protez vücudun eksik bölümünün yerine geçen ve onun işlevini üstlenen yapay parçadır. Bazı gelişmiş ülkelerde her 500 kişiden birinde böyle yapay bir uzuv kol yada bacak vardır. Kol yada bacak kesilmelerinin yüzde 72’sinin nedeni şeker yada damar hastalıklarıdır. Vakaların çoğu belli bir yaştan sonra belli bir yaştan sonra damarların işlevlerini tam olarak gerçekleştirememesiyle meydana gelir. Şeker hastalığı bu durumu ciddileştiren artı bir etken olur. Ayrıca ufak bir yaranın ihmal edilmesi sonucu oluşan kangren vakalarına da rastlanılmaktadır. Uzuvların uç noktalarında ufak bir duyarsızlık söz konusu olduğunda ufak bir yaranın hiç fark edilmeden giderek çok ciddi sorunlar meydana getireceği biliniyor.

Şeker hastaları arasında uzuv kaybına genellikle 60 – 65 yaşları arasında rastlanır. Kontrol altına alınmayan vakalarda 10 yıl içinde bu ihtimal artmaktadır. 60 yaşın üzerinde ve damar dolaşım yetersizliği olan hastalar tedavi edilmediklerinde uzuv kaybı söz konusu olabilir. Uç noktalardan kan temininin mümkün olmadığı hallerde de kangren söz konusudur.

Kol ve bacak kesilmesi vakalarının yüzde 21’i kaza sonucunda ve uzuvlarda büyük ve telafi edilmesi mümkün olmayan hasarlardan kaynaklanmaktadır. Gençlerin neden oldukları otomobil kazaları, işyeri kazaları, ev kazaları ve elektrik çarpması sonucunda oluşan hasarlar bu türdendir. Uzuv kaybında kanserin rolü yüzde 5, doğuştan olan şekil bozukluklarının rolü ise yüzde 1’dir. Uzuv kesilmesinden sonra belli bir nekahat döneminin geçmesi gerekir. Ancak bu sürenin sonunda protez takılabilir.