Deve dikeni ve faydaları hakkında bilgiler

Gerçek bir karaciğer şifası.

Deve dikeni
Deve dikeni
16. yüzyılda İngiliz botanikçi John Gerard, deve dikenini her türlü karaciğer problemi için önerirken 19. yüzyılda Alman doktorlar deve dikeni tohumlarından elde edilen ekstreyi sarılık ve belli başlı karaciğer hastalıklarının tedavisi için kullanmışlardır. 20. yüzyıl başlarında Avrupa da botanik bilimi hızla ilerlerken 1949 da Alman araştırmacılar deve dikeninin yüksek dozda karbontetraklorürle zehirlenen hayvan karaciğerlerini tedavi ettiğini görmüşlerdir.

Latince ismi Silybum marianum olan deve dikeninin geçmişi 2000 sene öncesine dayanıyor. Eski Yunan ve Kuzey Avrupa halk kültüründe bu bitkinin mistik boyutunu sıkça ele alınıyor.

Bir rivayete göre deve dikeni bitkisinin yapraklarındaki beyaz damarlar, annesi Hz. Meryem, Hz. İsa’yı emzirirken sütünün, dikenin yaprakları üzerine dökülmesinden ileri geliyor. Bu nedenden dolayı İngilizce de St Mary’s Thistle veya Milk Thistle olarak da adlandırılan Deve Dikeni, ülkemizde Meryemana dikeni olarak da bilinmekte.

Deve dikeni 2000 yıl önce ilk defa Hindistan ile Pakistan sınırındaki Kaşmir bölgesinde keşfedilmiş. Söylentiye göre Kaşmirin kuru ve çorak toplarında yetişen bu bitki, gövdesinde bulunan tatlı sıvısıyla devenin en sevdiği bitkiydi. Ancak deve dikeni sadece göz alıcı görüntüsüyle değil çok başka özellikleri sayesinde ön plana çıkmıştır.

İlk çağlardan beri deve dikeni, hep bir şifa olarak görülmüş ve tohumları tedavi amacıyla yaygın olarak kullanılmıştır. Eski Yunanlılar deve dikenini yılan zehirlenmeleri, Eski Romalılar safra problemleri, Araplar ise sarılık gibi karaciğer hastalıklarının tedavisi için kullanırlardı.


Karaciğeri nasıl tedavi ediyor ?

Karaciğer koruyucu tedavi
Karaciğeri korur
Araştırmalar, deve dikeninin “flavolignan” adı verilen “hepatoprotektif” yani karaciğeri koruyan özelliği olan maddeler içerdiğini göstermiştir. Tohumu, %3 oranında, karaciğeri koruyan bir flavolignan olan silymarin içermektedir. Bilimsel araştırmalarda, silymarinin 4 şekilde etki etiği belirtiliyor.

  • Silymarin, karaciğer hücre zarını kuvvetlendiriyor böylelikle alkol, ilaç, zehir gibi kimyasalların karaciğere girmesini ve karaciğere zarar vermesini engelliyor.
  • Silymarin karaciğeri tehdit eden hepatit virüslerinin de çoğalmasını engelleyerek hepatitli hastaların iyileşmesini hızlandırıyor.
  • Silymarin antioksidan özelliği sayesinde karaciğer hücrelerinde zarar veren serbest radikallerin yol edilmesini sağlanın yanı sıra Glutatyon (GSH) gibi vücudumuzda doğal olarak sentezlenen bazı antioksidan maddelerin miktarını artırıyor.
  • Silymarinin karaciğerin kendini yenileme kapasitesini artırıyor. Silymarin, karaciğerde bağ dokusu oluşmasını engelleyerek karaciğerin işlevlerini yerine getirememesiyle sonuçlanan siroz hastalığını önlüyor veya siroz olmuşsa hastalığın ilerlemesini engelliyor.


Eski bitkiyle, modern tedavi

Modern tıbbın karaciğer hastalıkları için maalesef önerebileceği fazla alternatif olmadığı açıkça biliniyor. Nitekim uygulanan tedavilerin hem yan etkileri oldukça fazla hem de etki mekanizmaları hastalıkları tedavi etmekten ziyade hastalıkların semptomlarını baskılamak yönünde. Bu durumda karaciğeri koruyup, yenileyip, iyileştirirken vücudun diğer sistemlerine de zarar vermeyen doğal bir preparata ihtiyaç da artıyor.


Doktorların önerisini Sağlık Bakanlığı onayladı.

Herhangi bir karaciğer problemi olan kimselere deve dikeni bitkisi tüm dünya da yaygın olarak önerilmektedir. Deve Dikeni, Almanya’da karaciğer iflasıyla sonuçlanan Amanita Phalloides adı verilen mantarın neden olduğu zehirlenme vakalarında kullanılmaktadır. Ülkemizde de zehirlenme vakalarının %95’ini oluşturan Amanita Phalloides mantarının tek ilacı deve dikenidir.

Deve dikeni, yapısında bulunan silymarinin hem koruyucu, hem tedavi edici hem de yenileyici özelliği sayesinde alkol ve ilaca bağlı karaciğer hastalıkları ve karaciğer yağlanması gibi sık görülen karaciğer hastalıklarında özellikle yurt dışında hekimler tarafından sıkça önerilmektedir.

Tamamlayıcı tıpta zayıflama hakkında bilgiler

Tamamlayıcı tıbbın ana söylemi, bireyin yaşam denen yolculuğunda, tüm parametrelerinde; bedensel, zihinsel ve ruhsal açıdan tek ve özel olduğudur. Tüm yaklaşımlar kişiye özel olmalıdır, yani talep zayıflama ise; kişinin işi, hastalıkları, beden dili, kullandığı ilaçlar gibi konularda sorgulanıp, bazal metabolizma hızı, yağ oranı saptanıp program kişiye özel hazırlanmalıdır. Bu programlarda asıl amaç kilo, boy ve vücut şekli arasındaki dengeyi sağlayıp size sağlıklı, güçlü ve fit bir yaşam sunmaktır. Gelin zayıflama programlarında önerilen yöntemleri birlikte inceleyelim.

  • Diyet: Kalori diyetleri, ayurvedik diyetler, kan grubu diyetleri…
  • Diyete Destek Yöntemler: Akupunktur, yoga, ayurveda, meditasyon, kuantum…
  • Masaj Yöntemleri: Lenf drenaj, karboksiterapi, mezoterapi, aromaterapi…Bunlar daha kısa sürede fit görüntü elde etme, selülit ve sarkma gibi korunlara yönelik önerilmektedir.
  • Egzersiz: Yürüme, yüzme, pilates…
  • Beslenme Desteklerinin Kullanımı: Kan grubu vitaminleri, mineral, bitki…
  • Ozon Tedavisi: Özellikle ozonun saunadan alımı kalori kaybınıza yönelik önerilmektedir.
  • Kolon hidroterapi: Kabızlık sorunu çekenlerde kullanımı önerilmektedir.

Bu yöntemlerden hangisinin ya da hangilerinin ne sıklıkla kullanılacağına eğitimli hekiminiz karar vermelidir.

Son dönemin batıda en popüler sistemi kan grubu diyetleri

Kan Grubu Diyeti
Kan Grubu Diyeti
Tamamlayıcı tıbbın temel unsuru bireyselliğinizin önemi yaklaşımı üzerine, yediğimiz gıdaların genel durumumuza doğrudan etkili olduğu varsayımından yola çıkan kan grubu diyeti; kendi hücresel profilinizi temel alan besinleri içerir. Sadece kilo vermeye yönelik kabul etmek yanlış olur. Asıl amacı sağlıklı yaşam olmalıdır. Kan grubu diyetleri sizlere genetik ritminize uygun beslenme ve yaşamsal öneriler (beslenme destekleri kullanımı, egzersiz programı gibi) sunar.


0 kan grubu kişilere yönelik diyet önerileri,

Kilo vermeyi destekleyen gıdalar:

  • Kelp
  • Deniz Ürünleri (Tercihen tatlı su balığı)
  • İyotlu Tuz
  • Karaciğer
  • Kırmızı Et (Tercihen Sığır Eti)
  • Ispanak, brokoli

Kilo Aldıran Gıdalar

  • Buğday
  • Mısır
  • Kuru Fasulye
  • Mercimekler
  • Lahana
  • Bürüksel Lahanası
  • Karnabahar
  • Yeşil Hardal


Sağlıklı Yaşam Adına Tüketimi Önerilen Gıdalar
  • Soya Sütü
  • Soya Peyniri
  • Keten Tohumu Yağı, Zeytinyağı
  • Kabak Çekirdeği, Ceviz
  • Börülce, Bakla
  • Arpa, Kepekli Pirinç, Çavdar Ekmeği,
  • Enginar
  • Brokoli
  • Soğan
  • Maydanoz
  • Kırmızı Biber
  • Sarımsak
  • Pırasa
  • Yer Elması
  • Kuru İncir
  • Kuru Erik
  • Taze Erik-İncir
  • Ananas Suyu
  • Erik Suyu
  • Köri
  • Zerdeçal
  • Ev Yapımı Reçel (Kayısı yada Erik)
  • Nane Çayı
  • Ihlamur
  • Zencefil
  • Soda, Maden Suyu


Dr. S. Özkan
Kaynak: Ankara Life

Beslenme hakkında bilgiler

Besinlerin kana karışması
Besinlerin kana karışması
Zaman zaman besin seçimimizi yanlış yaparız. Bir öğünü atladığımız kaçarcasına büyük bir süratle bir şeyler yediğimizde olmuştur. Ama eğer bunlar bir alışkanlık halini alırsa, ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşırız. Aslında beslenme eğitiminin günlük yaşantımıza girişi epey bir gecikmiştir. Ama günümüzde sağlıklı beslenmeyle vücut sağlımız arasındaki ilişki artık kesinlikle bilinmektedir.

Vücudumuz yakıtla çalışan çok karmaşık bir makinedir. Bu yakıt besinlerdir. Ve besinlerin temelinde proteinler, yağlar, karbonhidratlar, vitaminler, mineraller ve su vardır. Bütün bu besinler vücut için gereklidir. Ama hangisinden ne kadar alınması gerektiği kişinin yaşına, cinsiyetine, cüssesine, çalışma düzenine ve genel sağlık durumuna göre değişir.

Yediklerimizin vücudumuzun kullanımına geçebilmesi için sindirim sistemimiz tarafından hücre dokularımıza ulaşabilecek şekilde değişimlere uğraması gerekir. Besinler sindirim enzimleri olan tükürük, mide, karaciğer, pankreas ve ince bağırsaktaki salgılar sayesinde kimyasallara ayrılır. Bu kimyasallar ince bağırsak tarafından soğrulur, kana ve lenf sistemine karışır. Sindirilemeyen kısımlarsa kalın bağırsaklar aracılığıyla vücuttan atılır.

Vücudumuz gece gündüz çalışır. Aslında işi zordur. Kendini düzenleyen bir mekanizmaya sahiptir vücut ve tüm sistemin düzenli bir şekilde çalışmasını sağlar. Kendi bakımını yaptığı gibi zaman tamiratı da becerir. Yakıtı emer ve tüm parçalarına yayar, ısı ve enerji oluşturur. Bir yandan da büyür ve çoğalır. Bütün bu işlevlerinin karşılığında istediği tek ödülse sürekli ve düzenli olarak beslenmektir.


Bir gramlık önlem, bir kiloluk tedaviden evladır.

Vücudumuz bu deyişi kanıtlayan bir yapıdadır. Besinlerin büyük bir kısmı hastalıklara karşı bağışıklık ve direnç kazanmamızı sağlar. Örneğin bazı proteinler vücudumuzu enfeksiyonlara karşı koruyan antikorları yapar. Protein hayvansal kökenli ürünlerde vardır. Sebze, hububat, fındık ve tahılda da protein vardır ama bunlarda aminoasit eksikliği olduğundan tamamlanmamış protein adını alırlar.

Bilim bugüne kadar 12’si temel 50’ye yakın vitaminin varlığını saptamıştır. Her bir vitaminin bağımsız işlevi vardır. E vitamini hücrelerimize zarar verebilerek maddeleri zararsız hale getirir. D vitamini kemik ve diş sağlığımız için vazgeçilmez önemdeki kalsiyum ve fosforun bağırsaklar tarafından emilmesini sağlar. Güneş ışınlarıyla da derimizde D vitamini oluşur. Güneş ışınlarından yoksun olduğumuz uzun kış aylarında bu vitamini yediklerimizden almak zorundayız. Karaciğer, yumurta, somon ve ringa balığı gibi yağlı balıklarda bu vitamin vardır ama bunları her gün yememiz gerekir. Süt D vitamini bakımından zengin bir kaynaktır ve özellikle raşitik çocuklar için gereklidir. D vitaminin fazlası mide bulantısı ve ishale neden olur.

Isı ve enerji sağlayan besinler karbonhidratlar, yağlar ve bazı B vitamin türleridir. İki tip karbonhidrat vardır. Kompleks karbonhidratlar makarna ekmek ve tahıllarda bulunup uzun süreli enerji depolarlar. Basit karbonhidratlarsa meyve ve sebzelerde olanlardır. Karbonhidratlar vücudun ana enerji kaynağıdır. Karbonhidrat alımında bir eksiklik olursa vücut enerji ihtiyacını proteinden tamamlar. Demek ki ne kadar çok karbonhidrat alırsak o kadar az proteine ihtiyacımız olur. Karbonhidratlı besinlerin çoğu lif bakımından da zengindir ki bu bağırsakların çalışmasını kolaylaştırır.

Rafine edilmiş şeker kalori bakımından zengindir. Ama besleyici değeri azdır ve diş çürümelerine neden olur. Yağlar ve yağ benzeri lipitler depolanmış enerjidir. Ayrıca yağlar bir yastık gibi vücudumuzu koruyarak, şok etkileri hafifletip, yağda eriyen vitaminleri sağlarlar. Karbonhidratları enerjiye dönüştüren B vitamini olduğu için enerji teminin de B vitamininin önemli bir yeri vardır. Tahıllar başta olmak üzere birçok besinde B vitamini vardır.

Proteinler yeni dokuların oluşmasında, yaraların kapanmasında ve yıkıma uğrayan hücrelerin yerine yenilerinin gelmesinde rol oynar. C vitamini vücudun kolajen yapımında kullanıldığı bir vitamindir ki örselenmiş dokularda kemik ve dişte kolajene ihtiyaç duyulur. Besinlerin uzun süre kaynaması içlerindeki C vitaminini yıkıma uğratır. Bu durumu önlemek için buharda pişirme yöntemi uygulanabilir. Dengeli beslenme sağlandığında vücut ihtiyacı olan tüm besinleri alır. Ve özel bazı haller dışında vitamin takviyesine ihtiyaç kalmaz.

Vücudumuza gerekli ısı ve enerjiyi sağlayan vücudumuzu yenileyen ve dış etkenlere karşı koruyan besin gruplarının her birinin bir özelliği vardır. Örneğin;

  • Proteinler, vücudun bağ dokularını güçlendirir.
  • Kalsiyum, kemiklerin ve dişlerin güçlenmesini sağlarken kalp ve sinir sisteminin çalışmasına yardımcı olur ve kanın pıhtılaşmasını sağlar.
  • A vitamini, gözleri, deriyi ve mukoza zarlarını güçlendirir.
  • Çinko, vücudun gelişmesi için gerekliyken,
  • Demir, alyuvar hücrelerinin oluşmasına katkıda bulunur.

Önemli besinlerden biride sudur. Oksijen ve su yaşamın olmazsa olmazlarıdır. Vücudumuzun üçte ikisi sudan oluşur. Su sindirimi, dolaşımı, besinlerin en uç hücreye kadar taşınmasını sağlar. Vücut ısısını ayarlar. Günde normal bir yetişkinin yaklaşık 2.5 litre sıvı alması gerekir. Bunun bir kısmı besinler ile vücuda girer ve bunu içeceğimiz 7 – 8 bardak su ile takviye etmemiz gerekir.


Peki sağlıklı ve dengeli beslenmek için bir günde farklı grup besinlerden ne kadar yemeliyiz?

Beslenme uzmanları besinleri gruplara ayırmışlar ve her bir gruptan yenilmesi gereken miktarın ölçülerini koymuşlardır. Ancak bu ölçüler, yaş, kilo, sağlık gibi nedenlerle değişkendir.

  • 2 porsiyon süt ve süt grubu
  • 2 porsiyon et ve et grubu
  • 3 – 5 porsiyon ekmek ve tahıl grubu
  • 4 – 5 porsiyon meyve ve sebze grubu besin ideal bir beslenmeye örnek olarak gösterilir ve sebze ve meyve grubu pişmiş, çiğ yada sıvı olarak alınabilir.

Sağlıklı beslenmede belli miktarda kırmızı et yenmelidir. Et normal beslenmede alamadığımız demir ve çinko açısından zengindir. Çinko eksikliği iştahsızlık yapar ve büyümeyi olumsuz etkiler. Birçok insanda olan demir eksikliği ise kansızlığa yol açar. Beslenme uzmanları seçimlerimizi olabildiğince geniş bir besin grubundan yapmamızı önerirler. Böylece vücudumuzun ihtiyacı olan her besini almış oluruz. Beslenme alışkanlıklarımızın doğru olması genel sağlığımız üzerinde mucizevi sonuçlar meydana getirir. Enerji eksikliğimizin olmaması, fiziksel olduğu kadar ruhsal sağlımızı da koruyabilmemiz kilomuzu kontrol altında tutabilmemize bağlıdır.

Aşırı şişmanlık hakkında bilgiler

Obez, Obezite, Aşırı Şişmanlık
Aşırı Şişmanlık (Obezite)
Aşırı şişmanlığın değişik nedenleri vardır. Genellikle boşanma, işini kaybetme yada ölüm gibi bir gerginlikten sonra başlar. Kişi kurtuluşu yemekte bulur. Bir şeyler yemek açlığı gidermenin ötesinde bir eğlence, bir teselli, bir yaşam biçimi halini alır.

Sonuç giderek daha da şişmanlamaktır. Bu durum sadece arkadaşlarının değil bazı hallerde ailesinin bile ondan uzaklaşmasına neden olurken aşırı yemek bir çare bir teselli halini alır. Bu bir kısırdöngüdür. Yemek yemek artık vücudun gerekli enerjiyi alması için değil sıkıntılardan bir kaçış halini aldığı için kişi yemeye devam eder.

Toplumdan uzaklaşmak kişiyi zamanla hareketsiz bir yaşama iter. Hareketsiz bir yaşam sorunu daha da ağırlaştırır. Kiloları arttıkça hareket etme arzusu azalır. Aşırı kilo alma ve hareketsizlik kişiyi daha da stresli günlere taşır. Kısırdöngüyü kırmak her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. Hormonal ve salgı bezleri bozukluklarından kaynaklanan aşırı şişmanlıklar sadece yüzde 5 oranındadır.

Şişmanlık eğilimi ailesel bir özellik olabileceği gibi kalıtsal bir nedene de dayanabilir. Bu ise alınacak önlemlerin etkisini azaltan bir unsurdur. Şişmanlık nedenleri arasında kişinin çocukluk döneminde yaşadığı çevrenin alışkanlıkları da vardır. Evdeki yanlış beslenme alışkanlıkları elbette çocukları da etkiler. Aşırı şişman yetişkinlerin yaklaşık yüzde 50’sinde bu eğilim çocukluk günlerinde fark edilir.

Günümüz toplumunda değişen birçok değer arasında insanların kiloları da vardır. Ancak ince düzgün bir vücut, güzel ve hatta saygın olmanın neredeyse ilk şartıdır. Bu hal şişmanları giderek daha da büyük ruhsal bozukluklara dolayısıyla daha da şişmanlamaya iter. Kadınların neredeyse dörtte üçü rejim yaparak zayıflama gayreti içindedir. Oysa sadece yüzde 10’uda aşırı şişmanlık söz konusudur. Bunun nedeni şişmanlığa karşı sosyal tepkinin gücüdür. Aşırı şişmanlık erkeklerde kadınlara nazaran daha azdır.


Şişmanlığın tanımı nedir ?

Vücutta aşırı ölçüde yağ birikimi olmasına şişmanlık deriz. Bunun nedeni harcanandan daha fazla kalori alınmasıdır. Aslında belli miktarda yağın vücutta depolanması normal ve gereklidir. Ama erkeklerde toplam kilonun yüzde 15 – 20’sini, kadınlarda ise yüzde 25 – 30’unu geçmemesi gerekir. Kadınlar doğurganlıkları nedeniyle erkeklerden daha fazla yağ depolayabilen bir metabolizmaya sahiptirler. Bir kişinin ideal kilosunu bulmakta vücut hacminden hareketle bir karara varabiliriz. İdeal kilo bir kişinin sağlığı için sorun oluşturmayan kilodur. Bunu vücudun ağırlığı olan kiloyu vücut hacminin metrekaresine bölerek bulabiliriz. Erkek olsun kadın olsun sağlıklı vücutta bu rakamın 20 ila 25 arası olması esastır. Aslında bu rakam 27’ye kadar çıkabilir.

Kadınların ve erkeklerin yağ depolamaları aynı şekilde olmaz. Erkeklerde yağ daha çok karın bölgesinde toplanır. Bu durum karın bölgesinde birçok yaşamsal organımız olduğundan tehlikelidir. Aslında bu yağlanmaya karşı alınabilecek bazı önlemler vardır. Ne var ki erkekler bu konuda biraz duyarsızdırlar. Kadınlara gelince yağın en çok depolandığı yer kalçalar ve üst bacak bölümüdür. Bu bölgeler kadınların morfolojik yapılarına uygun olduğu için fazla sıhhi sorun meydana getirmez. Kalçalarda ki deformasyon doğal olduğu için buralardaki yağın eritilmesi ve kontrol altına alınması kolay değildir. Kadınlar toplumsal baskı nedeniyle vücut ölçülerine hassas olduklarından bu sorunlarıyla ilgili olarak erkeklerden daha çok hekim tavsiyesine başvururlar.


Vücudun yağ depolaması nedendir?

Vücudumuz devamlı surette enerji sarf eder. Solumak, kalp atışları, beynimizin fonksiyonları ve hücrelerimizin yenilenmesi gibi normal metabolizma faaliyetleri günlük yaşamımızın kaçınılmaz enerji sarfiyatlarıdır. Sarf ettiğimiz enerjinin yüzde 70 – 80’ini bu faaliyetler sırasında yakarız. Gelin 30 yaşında 60 kg. ve 1,62 boyunda normal bir kadın vücudunu örnek alalım. Bu kadının hacim ölçüsü 23’tür. Temel metabolizma ihtiyacı ise 1100 kilo-kalori(kcal)’dir ki genellikle kalori olarak kısaltırız. Bu sadece temel fonksiyonların çalışması için gerekli olup günlük yaşantının diğer hareketleri için gereken enerji bunun dışındadır. Ne yazık ki insanlar bu kalori hesaplarına fazla aldırmazlar.

Eğer vücudumuzun ihtiyacı olan enerji için gerekli kaloriden fazla kalori alırsak bu yağa dönüşür. Yağ hücreleri vücudun enerji deposudur. Bir miktar yağa sahip olmazsak yaşamımızı sürdüremeyiz. Yağ bizim yakıt ihtiyacımızı karşılarken içindeki lipitte birçok vitamini depo eder ve gerekli miktarını hücrelere verir. Vücudun ihtiyacı olan enerji miktarı insandan insana değişir. Bu nedenle de Angela kardeşi ile aynı miktarda yemesine karşın kilo alırken, kardeşi kilo almaz.


Rejim yapmanın faydası var mıdır?

Rejimle bir sonuç alınsa da bu uzun müddet korunamaz. Bu nedenle de rejim yapanların yüzde 75’i ile yüzde 90’ı arasında bir grup zamanla rejime başlamadan önceki kilolarını aşarlar. Bir erkek yada kadın zaman zaman rejim yapıp sonrada bırakırlarsa bunu bir yoyoya benzetebiliriz. Ve bunun olumsuz sonuçları vardır. Zayıflama sırasında yağ hücreleri ile beraber kas dokularında azalma olur. Ancak yeniden kilo alma sırasında kas dokuları yenilenmez ve onların yerini yağ hücreleri alır.

Aşırı bir rejimin önemli yararının olmaması yanında ruhsal açıdan da birçok sakınca taşır. Kötü beslenme alışkanlığının sonucu iştahsızlık nevrozu yada doymama hastalığıdır. Çok sıkı bir perhiz uygulayanlar genellikle kısa zamanda pes ederler. Bunun sonucunda da kendine güvensizlik toplumdan uzaklaşma gibi ruhsal bozukluklar ve muhtemelen yine aşırı yiyerek daha da fazla şişmanlama eğilimi söz konusudur. Şişmanlık sorununu yenmek için yapılan mücadele kaybedilmiştir.


Şişmanlığın mucizevi bir çaresi yoktur.

Zayıflamaya niyetlenen insanlar bunun hiç de kolay olmadığını ve kuvvetli bir kararlılık gerektirdiğinin bilincinde olmalıdırlar. Olması gereken, beslenme alışkanlığında akılcı ve sağlıklı değişiklikler yapmaktır. Yemek yemek bir yaşam tarzı değil, açlığı gidermenin bir yolu olduğu alınmalıdır. Zayıflamaya niyetlenenlerin bunu bir hekim denetiminde yapmaları en doğru olanıdır. Sağlıklı beslenmenin şekil ve şartlarını en iyi diyetisyenler bilir. Ayrıca daima gerçekçi hedefler konulmalıdır.

Angela haftada 0,5 ila 1 kg vermeyi hedeflemiştir. Bu gerçekçi bir hedeftir. Bu şekilde ideal kiloya ulaşmak belki biraz uzun sürer ama genellikle kalıcı olur. Angela rejimin dışında günlük yaşamında da bazı değişiklikler yapmaya karar vermiştir. Oburluğun tedavisinde önemi fazla fark edilmeyen bir nokta yemek yenecek yerin seçimidir.

Angela da önüne gelen her yerde bir şeyler yemek yerine sadece mutfakta veya yemek odasında yemeğe alışmalıdır. Açlık duygusuna olduğu kadar tokluk duygusuna da duyarlı olmak zorunda olduğunun bilincini taşımalıdır. Kendimizi tamamen açlığa terk etmek yerine enerji ihtiyacımız kadar yemeliyiz. Angelanın yaptığı gibi yemek sofrasına oturup açlığı orada gidermek ne kadar önemliyse yiyeceklerimizi iyi çiğnemek ve ağır ağır yemek de o kadar önemlidir. Yemek yiyeceğimiz ortam konusunda kararlı olmak gidip gelip atıştırmanın da önüne geçecektir. Asıl olan vücudumuzun verdiği açlık duygusuna da tokluk duygusuna da duyarlı olmak ve cevap vermektir.

Kısa zamanda fazla kilo vermeyi amaçlayan rejimler ve çaba sarf etmeden zayıflamak isteyenler başarılı olamamakta, rejim bitiminden sonra hızlı bir şekilde verdiklerinden daha fazla kilo almaktadırlar. Kilo vermede önemli olan etkenlerden biride hareketsiz yaşam biçimini değiştirmektir. Oburların çoğu fiziki egzersizlerden kaçarlar. Sistemli bir şekilde yapılan egzersizlere vücudu alıştırmak gerek. Zayıflama gayretine girmeden önce genel bir sağlık kontrolünden geçmekte fayda vardır. Kişi için en uygun yöntemi beslenme uzmanı bu sağlık kontrolünden sonra karar verebilir.

Angelanın kilo vermek için gösterdiği gayret onun alışmış olduğu günlük yaşam tarzında birçok değişikliğe yol açmıştır. Şişmanlığın tedavisindeki amaç şişmanlık nedenlerinin ortadan kaldırılması, bir yandan egzersize önem verirken, öte yandan yiyeceklerde kısıtlama yaparak aşırı yağ birikiminin engellenmesidir. Şişmanlık özellikle inceliğin yaygın olarak beğenildiği toplumlarda estetik açıdan istenmeyen bir durumdur. Ama daha da önemlisi akılcı, bilimsel, kararlı bir şekilde fazla acele etmeden halledilmesi gereken bir sağlık sorunudur.

Anoreksi hakkında bilgiler

İştahsızlık
İştahsızlık
İştahsızlık yada anoreksi doymakla ilgili olmayan sürekli iştah kaybıdır ve şişmanlama korkusuyla yemeği reddetme eğilimi genelde ruhsal bir bozukluğu gösterir. Daha çok ergenlik çağında ve genç kadınlarda rastlanılan bu bozukluk giderek artan bir seyir gösteriyor.

Zayıflık ve inceliği yükselen değerler olarak alan toplumun bir baskısı mıdır acaba bu. Yoksa özgüvenini yitirip kendini olmadıkları kadar şişman görme eğiliminde olanların ruhsal bir tepkisi midir?

20. yy. ‘da batı toplumlarında incecik modellerin beğeni topladığı ve zayıflığın güzelliğin bir ölçüsü olarak tanındığı bir gerçektir. Medyanın da etkisiyle güzelliğin ve beğenilirliğin ölçülerinde belirgin değişiklikler olmuş; bir kadının güzel olarak görülebilmesi için mankenler gibi ince olması, şişman ve yuvarlak hatlara sahip olmaması yaygın bir görüş haline gelmiştir. Kadınlarında devamlı olarak bu değerlendirmenin etkisi altında kaldıkları da muhakkaktır.

Fiziksel biçimlilik ve şişman olmamak güzelliğin yanında sağlık açısından da yıldızı parlayan değerlerdir bu çağda. Bu değerler karşısında sürekli rejim ve fiziki egzersizler birçok kadın için giderek bir yaşam biçimi haline gelmiştir. Bu yaşam biçimi genç kızların ve kadınların hareketlerine yön vermektedir.

1960 yıllardan bu yana kadın güzelliği aşırı bir incelik ve düz hatlarla anlatılır oldu. Modada buna ayak uydurunca bol ve zengin dökümlü elbiseler yerini vücudu kavrayan daracık giysilere bıraktı. Günlük yaşamın bir parçası haline gelmesi arzulanan sporcu vücudu da sağlıklı vücudun kaçınılmaz bir şartı olarak görünmeye başlandı. Daha çocuk yaşta sayılabilecek gençler arasında bile vücutlarının görüntüsüne önem verme eğilimi yaygınlık kazandı.

Anoreksi bir yaşamı benimseyen gibiler içinse, normal bir yaşam için önemli olan bu değerler ruhsal bir saplantı halini almıştır. Bu saplantı daha çok ergenlik çağındaki kızlarda ve genç kadınlarda kendini gösterirken pek az erkek iştahsızlık nevrozunun kurbanıdır.


İştahsızlık nevrozunu nasıl tanımlayabiliriz ?

Bunun ana belirtisi inatçı bir kararlılıkla yemek yememek saplantısıdır. Yeme bozuklukları olan insanlarda genellikle ruhsal bozuklukta vardır. İştahsızlığın tedavi edilmemesi hali aşırı zayıflığa hatta ölüme kadar gidebilen sonuçlara yol açar. İştahsızlık nevrozuna sahip olan kişi öncelikle kendi vücudu hakkında yanlış ve çarpıtılmış kanaate sahiptir, kendini olduğundan daha şişman görür ve kilo almaktan şiddetle korkar.

Rahatsızlığın ilk belirtisi süratle aşırı kilo kaybıdır ki, bu kayıp kısa zamanda vücut kilosunun yüzde 20 – 25’ine kadar çıkar. Önce adet görmede aksamalar başlar. Giderek açlığın vücut üzerindeki diğer belirtileri görülmeye başlar. Kalp atışlarında yavaşlama, kas dokularında güçsüzlük, düşük kan basıncı ve vücut ısısı, vücudun uç noktalarında morarma, yüzde vücutta ince tüylerin belirmesi zamanla gelişen belirtilerdir. Daha ileri safhalarda ishal ilaçları ve sık sık kusmalar sonucu potasyum eksikliğinden kaynaklanan elektrolitik dengesizlik başlar.

Potasyum hücrelerin yaşaması, kasların ve kalbin sağlam olması için şart olan bir maddedir. Rahatsızlığın son aşamasında vücut son derece zayıf düşmüştür ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadır. Linda tipik bir anoreksiktir ve bu durum onun genel davranış biçimini de etkiler. Sosyal yaşamdan uzaklaşmaya başlamış ve kendine, ailesine ve arkadaş çevresine karşı uzlaşmaz bir kimliğe bürünmüştür. Kilosunu kontrol altında tutma saplantısı yıkıcı vücut egzersizleri yapma eğilimi doğurmuştur. Vücut ölçülerine karşı mantıksız özen gösterisi özellikle vücudun belli bölümlerine, beline, göğsüne, kalçalarına, hatta yüzüne yoğunlaşabilir.

Aslında genel olarak zayıf olmasın karşın bu özel bölgelerinin daha çok zayıflaması onda bir tutku halini alır. Rahatsızlık bazen kusma nöbetleriyle de kendini gösterir. Kişi önce yemek yeme krizine girer ve düzensiz bir şekilde anormal denecek çoklukta yemek yer. Bu sırada genellikle karbonhidratlı yiyecekleri seçer.

Bulimia erişkinlerde pek rastlanmayan daha çok gençlik çağında rastlanılan ruhsal bir bozukluktur. Anoreksiye bağlı olabileceği gibi ondan ayrı bir bozuklukta olabilir. Aşırı yemekten sonra bunun kendisini şişmanlatacağı endişesiyle kişi kendini zorlayarak kusar. İştahsızlık nevrozuna neyin sebep olduğunu saptamak kolay değildir. Ama ergenlik çağındakilerle yetişkinlerdeki durum birbirinden farklıdır. Ergenlik çağındaki kızlarda görülmesiyle ilgili birçok görüş vardır. Yakın zamana kadar bu durumun günahı birazda ana babaya verilirdi ve bu suçlamada aslan payını daima anne alırdı. Bugün bilim daha farklı görüşler, daha farklı neden ve tedavi yolları izlemektedir.

Linda gibi bir kızın durumunda katı prensipleri olan otoriter bir aile yapısı vardır. Genç kız uyumsuzluklar sonucu ailesiyle sorunlar yaşamak istemez ve bu nedenle istek ve arzularını açıkça dile getiremez. Bu örnekteki genç kız ailesinin isteklerini abartılı bir şekilde yerine getirme peşindedir. Bu eğilim onu ekstremlere doğru iter ve bunun sonucu iştahsızlık nevrozuna kapılır. Linda bu örneğe uygundur. Bazen çok basit bir olay, bir konuşma, kişiyi bu yola itmeye yeterli olur. Kilo alma konusunda havadan sudan bir konuşma yaşamında ani bir değişiklik, gelecek ve büyüme korkusu bu nevrozun kaynağı olabilir.

Linda sonunda durumunun tedavi gerektirdiği kararına varır. Tedavide sıklıkla psikoterapiden faydalanılır. Vakaların yüzde 90’ında bu yöntem olumlu sonuç vermektedir. Uygulanacak yöntem terapistin inisiyatifindedir. Önemli olan kişiyi böyle bir nevroza götüren nedenleri bulup ortaya çıkarmaktır. Linda neden böyle bir yola itildiğini anlarsa tedavi kolaylaşır.

Anoreksi Bunalım
Bunalım
Linda geçmişinde eğitimdeki başarısı ve zihinsel üstünlükleriyle sivrilmiştir. Birdenbire farklı bir nedenle çevresinin dikkatini çekmeye başlar. Vücudu ve cinsel çekiciliği.

Vücudundaki gelişmenin zihinsel yeteneklerinden daha fazla dikkat çekmeye başladığı endişesine kapılır. Vücut değişikliklerine karşı gösterilen sosyal tepkiye karşı içinde bir kızgınlık doğar. Yemek yemeye karşı gösterdiği bir dirençle vücudundaki kadınsı gelişmeleri durdurmaya çalışır. Torba gibi elbiseler giyerek bu değişmelerin dışarıdan fark edilmemesini sağlamaya çalışır. Ama doğal gelişmeye bu yolla mani olamayacağını fark edince iştahsızlık nevrozuna girer.

Çocuklarına yardımcı olmalarını kolaylaştırmak açısından anne babada tedaviye katkıda bulunmaya çağrılır. Aslında anne babada Linda'da ki ruhsal bozukluğun farkındadırlar. Ama ebeveynlerin bu tür ruhsal tedavinin çok kısa sürmeyeceğini daha baştan kabul etmeleri ve sabırlı olmaları gerekir.

İştahsızlık nevrozunun yetişkinlerde olması psikolojik bir dengesizliği gösterir. Hastalığın nedeni ve gelişmesi kişiden kişiye değişir. Sorunun her yönünün ele alınabilmesi için tedavide farklı bilim dallarından yararlanılmalıdır. Bu yaklaşım hastaya öncelikle doğru beslenme alışkanlıkları aşılanması ve ruhsal faktörlere bundan sonra yönelinmesini tavsiye eder. Yetişkin anoreksiler yemek ihtiyaç ve arzusu duymalarına rağmen yememekte direnirler. Yemek yemeyi beslenme alışkanlıklarını bozmak olarak görürler. Hastalığın tedavisi genellikle hastanın normal yaşamı devam ederken yapılmaktadır.

Evvelden hastanede geçirilecek bir süre tedavinin bir parçası olarak kabul edilirdi. Uzmanlar kişinin aile ortamından bir süre uzaklaşmalarını gerekli görürlerdi. Bugün hastaneye kaldırma çok ciddi durumlar haricinde söz konusu değildir. Sadece fenalaşanlar ve hayati tehlike belirtileri verenler için hastanede tedavi uygulanmaktadır. Bu düzeyde sağlıklarını bozanlar yemeğe başladıklarında bazı sorunlarla karşılaşabilirler. Kontrol dışı bulimia nöbetleri bunlardan biridir.

Psikolojik Tedavi
Psikolojik Tedavi
Hastane tedavisinin yararı hastayı 24 saat kontrolde tutabilmektedir. Kritik dönem atlatıldıktan sonra tedaviye dışarıda devam edilir. İştahsızlık nevrozunun tedavi süresi hastalık nedeni psikolojik etkisine göre değişir. Bazı vakalarda birkaç aylık tedavi yeterliyken, bazı vakalarda tedavi yıllarca sürebilir. Hastalığın temel nedeni bir değerlendirme ve davranış bozukluğundandır.

Tedavi bu değer ve davranış bozukluklarını gidermeye yöneliktir. Tedavi oldukça güçtür ve hastanın hekimle tam bir işbirliği içinde olmasını gerektirir ve bu işbirliği tedavinin etkinlik ve süresini tayin edecek en önemli faktördür. Hastalığın herhangi bir organik bozukluktan ileri gelmesi tedaviyi güçleştiren faktörlerdendir.

İstatistiklere baktığımızda ne yazık ki daha çok genç kızın bu sorunla karşılaştığını görüyoruz. Bunun için önleyici tedbirlere, tedavi ediciler kadar önem verilmelidir. Tedavinin etkinliğini artıran önemli faktörlerden biride birçok hastalıkta olduğu gibi erken teşhistir. Anoreksi hastasının özenli bir yardım ve psikoterapik bir tedavi ile normal hayata dönmesi mümkündür.

Zayıflama Tabletleri Güvenli mi?

Obez, Obezite, Şişman, Aşırı kilo
Obezite
Vitamin, mineral ya da sağlığı güçlendiren ve vücut geliştirici ürünler haricinde, şişmanlık ya da karaciğer hastalıkları gibi herhangi bir sorunun giderilmesi için kullanılacak bitkisel tabletlerde Sağlık Bakanlığı izni mutlaka aranmalıdır.


Bitkisel bir preparatı (ilaç formu verilmiş) alırken nelere dikkat etmek gereklidir?

Bu konuda tüm dünya ülkelerinde hep aynı sorular sorulmakta ve çoğunda benzer yanıtlar alınmaktadır. Ancak ülkemiz bunların içinde en ilgi çekici olanıdır. Ülkemizde bitkisel ürünlere 2 farklı bakanlık, satış izni vermektedir. Aslında tüm bu kavramlar aynı gibi görünseler de önemli farklılıklar ve çelişkiler içermektedir. Öncelikle bitkisel tablet ya da kapsüllere verilen onayın orijinini konuşalım…

Ülkemizde Tarım e Köy İşleri Bakanlığı (TKİB), bitkisel ürünlere ya da bitki kısımları ile vitamin ve mineralleri içeren tablet, kapsül ya da toz karışımlara gıda takviyesi olarak satış izni vermektedir. Bu iznin amacı, aslında bireyin dışarıdan normal beslenmesi sırasında alamadığı ya da düşük miktarlarda aldığı maddeleri, bireye bu formülasyonlar ile kazandırmak, bu sayede, insan vücudunun dışarıdan yeterli alamadığı vitaminleri, mineralleri ya da besinleri, vücudun iyi çalışması, gelişmesi ve büyümesi için gerekli fonksiyonel bileşikleri almasını sağlamaktadır. Böylece vücut modern beslenme tarzı içinde yeterli alamadığı çeşitli yağ asitlerini (örneğin, omega3 yağ asitleri), bazı bitkilerde bulunan ve insan sağlığına katkı sağlayan fonksiyonel bitki kimyasallarını (fitokimyasalları; örneğin flavonoidler) bu kompozisyonlar ile alabilir.

Tüm bunlar vücut sağlığının korunması ve geliştirilmesi için uygun formlardır. Bunların içinde, çocuklar için demirin ve çinkonun, erişkinler için stanol ve steroller ile omega 3 ve 6 yağ asitlerinin önemi çok büyüktür. Tüm bunların vücuda sağlanması için, TKİB iznine sahip ürünler kullanılabilir. Ancak bunlar faydalı olduğu düşünülen ya da iddia edilen ürünlerdir. Tüketiciler bu ürünlerin içeriklerini okuyarak ya da çeşitli bilgi kaynaklarından vücuttaki pozitif etkilerini araştırarak ya da bir sağlık profesyoneline (doktor, eczacı ya da diyetisyen) danışarak bunları kullanabilir.

Tüm dünyada hukukun koyduğu ilkeler ve kanunlar çerçevesinde beslenme öğeleri, ülkelerin Gıda Bakanlıklarından -ki bu ülkemiz için Köy İşleri ve Tarım Bakanlığı’dır- güvenli olduğu, iyi üretim metotları ile üretildiği kanıtlandıktan sonra üretilip ticari kullanıma sunulur. Ülkemizde bazı tıp hocalarının söylediği gibi, bu ürünlerin Sağlık Bakanlığından izin alması gerekmez.

Tüm dünyada (ABD, AB, İngiltere, Japonya, Kanada, Avustralya, vs.) bu iş bu şekilde yürümektedir. Ancak hiçbir zaman başıboş değildir. Tüm gelişmiş ülkelerde piyasa denetimi çok iyi bir şekilde yapılmaktadır. Ülkemizde bu, uygulanacak gibi gözükmemektedir.


FDA onayına dikkat! Aldatmaca var…

TKİB, kanunlar çerçevesinde son derece titiz çalışarak, bu ürünlere gıda takviyesi veya gıda açığının kapanmasını sağlayacak ürün olarak satış izni vermektedir. Bu izni verirken, etiket bilgileri çok dikkatli bir şekilde incelenmekte ve tüketiciyi bilgiler etiketlerin Türkçe bölümlerinden çıkarılmaktadır.

ABD’de de, bu şekilde gıda takviyesi olarak pazara verilen ürünlerin etiketlerinde mutlak koşulda “bu ürün herhangi bir hastalığın teşhis, tedavi ya da önlenmesi amacıyla kullanılamaz” ibaresi yazılması gerekmektedir. Amerika’da İlaç ve Gıda Dairesi bir başlık altında toplandığından (FDA: Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) ABD’den gelen gıda takviyesi ürünlerinin tanıtım broşürlerinde FDA’dan onaylıdır diye ibareler bulunmaktadır.

Bu bir aldatmacadır. FDA, gıda olarak kabul ettiği ve mutlak koşulda hiçbir yan etki, toksisite oluşturmayarak, bütünüyle güvenli maddelerin listelerini yayınlar ve üretici firmalar pazara çıkaracakları ürünün içeriğini FDA’ya internet üstünden iletir iletmez pazara gıda takviyesi olarak verir. FDA, bunların vücuttaki toksisite dışında hiçbir etkisi ile ilgilenmez yani bir ilaçtaki gibi araştırmaz ve incelemez. Çünkü bu ürünlerin ekmek, meyve suyu yada bisküviden bir farkı yoktur. Ülkemiz içinde ve pek çok AB ülkesi içinde bu aynı şekildedir.

Ancak AB ülkelerinde, İngiltere de ve Türkiye de bitkisel preparatlar Sağlık Bakanlığından da izin alabilmektedir. Ancak bu oldukça güç, zor ve zahmetli bir prosedürdür. Bir bitki, ilaç ya da hastalık önleyici olarak kullanılacak ise öncelikle o bitkinin tam olarak ne olduğu, nerede yetiştiği, yetişme sırasında çevre kirliliğine maruz kalıp kalmadığı çeşitli sertifikasyonlar istenerek sorgulanır. Daha sonra bizler için etkili olacak bileşiklerinin, o bitkinin içinden elde edilmesi gerekir. Bu işleme bir ekstraksiyon diyoruz. Ekstraksiyon sonrasında, vücut içinde hastalıkları önlediği, giderdiği ya da çeşitli doku ya da organların sağlığını koruduğu, çok ayrıntılı ve geniş araştırmalar ile saptanmış bileşikler elde edilir. Bu işlemler, hem ileri teknoloji hem de yüksek bir bilimsel yetkinlik gerektirir.


Sağlık Bakanlığı onayının önemi

Sağlık Bakanlığından bitkisel preparatlar için onay alırken, bu preparatın ne için kullanılacağı, hangi hastalıkların tedavisinde etkili olacağı, ne süre kullanılabileceği, yan etkileri var ise toksisitesine ait bilgiler, Sağlık Bakanlığı ile üretici firmanın birlikte çalışması sonucu ortaya çıkan kullanım kılavuzlarında belirtilir. Tüketici kutu üstüne bakarak ve Sağlık Bakanlığınca onaylanmış kullanım kılavuzuna bakarak, nasıl kullanacağını, ne amaçla yani hangi rahatsızlıkta ya da hangi şikayetlerin de kullanacağını okuyarak güvenle kullanır. Sağlık Bakanlığından bu şekilde izin alınması ve bakanlıktaki incelemeleri 3 ila 5 yıl almaktadır.

Tüketiciler bir hastalık durumunu ya da tıbbi bir şikayetlerini gidermek için mutlak koşullarda Sağlık Bakanlığı izinli preparatları kullanmak zorundadırlar. Ancak vücuda katkı sağlayacak, vücutlarını geliştirecek ürünleri alırken TKİB izinli olanlar kullanılabilir.


Bitkisel tablet zayıflatır mı?

Zayıflama tabletleri ise, günümüzde en çok suiistimal edilen durumdur. İthalat yapan pek çok firma, bir takım bitkisel gıda takviyelerini, “ZAYIFLATIR” sloganı ile ya da bunu net bir şekilde ifade edemese de kilo kaybı sağlar gibi cümlelerle pazarlamaktadır. Zayıflama vücuttan doku kaybıdır. Ancak gıda takviyeleri, zaten bu şekilde kilo kaybı oluşturamazlar. Eğer böyle bir kayıp sağlıyorlarsa, o zaman o kayıp böbreklerden, karaciğerden ya da diğer önemli organlardan da olabilir. Bunun olmayacağını kimse garanti edemez. Burada hiç kimsenin bilmediği ve ilgilenmediği çok önemli bir konudan bahsetmek yerinde olur.


Ülkemizdeki durum

Ülkemizde, birkaç tane Sağlık Bakanlığı onaylı obezite ve obeziteye bağlı ortaya çıkan metabolik sendrom tedavisinde kullanılacak ya da doğrudan zayıflatan bitkisel preparat (Exodex tablet – Activin T Tablet) bulunmaktadır. Bu preparatların, Sağlık Bakanlığı onaylı kullanım kılavuzlarında ne için kullanıldığı net bir şekilde yazılmaktadır. Sentetik kimyasalları içeren zayıflama haplarının ise çok yakın doktor kontrolü olmadan kullanılması yasaktır. Bu nedenle doktora muayene olmadan bu ilaçlar kullanılamaz.

Vitamin mineral ya da sağlığı güçlendiren ve vücut geliştirici ürünler haricinde şişmanlık ya da karaciğer hastalıkları gibi herhangi bir sorunun giderilmesi için kullanılacak bitkisel tabletlerde Sağlık Bakanlığı izni mutlaka aranmalıdır.


Kırmızı biberin acı yanı: Kapsaisin…

Kırmızı Biber, Acı Biber, Meksika Biberi, Meksika Ateşi, Capsicum Annuum, Kapsaisin
Meksika Biberi
Kapsaisin, kırmızıbiber yada Meksika Biberi, Latincesi ile Capsicum annuum olarak bilinen, gıdalara acımsı lezzet katan bir maddedir. Almanya Sağlık Bakanlığınca pek çok hastalığın tedavisinde onaylanmış doğal bir bileşiktir. Özellikle ağrı kesici olarak kullanılmaktadır. Eskiden ülkemizde de yakı adıyla bilinen ve adale spazmlarında her zaman kullanılan bir maddedir. Günümüzde ağrılı bölgeye uygulanan jel benzeri formları da mevcuttur. Kırmızıbiberin bu etkisinin yanı sıra mide koruyucu, anti-kanser, kan sulandırıcı, anti-mikrobik etkileri de vardır.

Kırmızıbiber metabolizmayı hızlandıran, iştahı baskılayan, yağ yıkımını artıran termojenik bir maddedir. Ancak bu etkisinin gözlenmesi için çok özel bir dozlamaya ihtiyaç vardır. Geleneksel olarak kırmızıbiber tüketiminin artırılması, diyet sırasında metabolizmanın hızlandırılmasına yardımcı olabilir. Ancak yurt dışından gelen ve haftada 4 – 8 kilo verdirdiğini söyleyen tüm gıda takviyelerinden, sağlığın bozulması pahasına kilo kaybı oluşturan bazı sentetik kimyasalları, bitkisel diye tüketiciye yutturulan tabletlerin içine karıştırılabilme sorunu nedeniyle çok hızlı kilo verdirdiği söylenen ya da iddia edilen bu tabletlerden, Sağlık Bakanlığı onaylı olmadığı takdirde mutlak koşulda uzak durulmalıdır.


Neden Uzakdoğu’dan gelen zayıflama ürünleri ölümlere sebep olmaktadır?

En son kırmızıbiber hapının ölüme yol açması, buna bir örnek teşkil etmektedir. Hong-Kong da yapılan bir araştırmada, bitkisel ve doğal diye satılan zayıflama tabletleri içinde bulunan bileşikler çok özel metotlar kullanılarak araştırılmıştır. Bu zayıflama tabletlerinin içinde tiroit bezi ekstrelerine, sadece doktor kontrolünde kullanılmasına izin verilen ve kalp krizine yol açabilen sibutramin maddesine ya da bunun türevi olan N-desmetilsibutramin ve N-bisdes-metilsibutramin maddelerine, ölüme yol açtığı için ABD’de yasaklanan amfetamin ve bunun türevleri metamfetamine rastlanmıştır.

Ayrıca karaciğeri bozan N-nitrosofenfluramin, fluramine de rastlanmıştır. Bu maddeler kalp krizi ve karaciğer, böbrek yetmezliği gibi ölüme yol açan pek çok ölümcül sonuçlara neden olmaktadırlar. Ve işin çok daha kötü yanı bu maddeler, laboratuvarlarda saptanamaya bilmektedir. Bunların varlığının gösterilmesi için çok mükemmel teknoloji kullanan laboratuvarlara, çok iyi yetişmiş teknik personele ve bu konuda uzmanlaşmış olmaya ihtiyaç vardır. Yani kırmızıbiber hapının içinde bu maddeler olsa bile, bunlar saptanamayabilirler.

Biyolojik ritim hakkında bilgiler

Biyolojik Ritim, Biyolojik Saat, Jetlag
Biyolojik Ritim
Jet uçağı dünyanın her köşesine çok hızlı yolculuk yapabilme imkanı getirdi. Bu özellikle doğu-batı rotasındaki uçaklar için çok önemli. Dünyanın dönüşü ve uçağın hızı nedeniyle uçaktakiler için zaman sanki yerde olduğundan daha çabuk geçiyor. Gece adeta kısalıyor.

Mekanik saatlerle yönetilen bir dünyada yaşıyoruz. Zamanlamalar dakikada altmış saniye, saatte altmış dakika, günde 24 saat. Bu saatlerle belirlenen çevrimleri içinde yiyor, uyuyor ve çalışıyoruz. Saatlerin ritmine göre yol alıyoruz. Fakat insan yapısı olan bu saatler zamanımızın tek bekçisi değil.

Doğanında saatleri var. Güneşin doğuşu ve batışı bize gündüz ve gecenin 24 saatlik çevrimini verir. Ayın doğuşu ve batışı her 24 saat ve 50 dakikada gelgitlerin kabarma ve alçalma ritimlerini oluşturur. Dünyanın güneş etrafındaki yörüngesi, mevsim geçişlerinde ve getirdikleri değişikliklerde görülen yıllık ritmi oluşturur.

Bütün bu doğal çevrimlerin hayvanlar ve bitkiler üzerinde etkisi vardır. En etkili çevrim her 24 saatte bir aydınlıkla karanlığın birbirine dönüşümüdür. Bazı tür hayvanlar gündüzleri hareketlidir. Bitkilerde gündüzleri fotosentez yoluyla besin üreterek canlılık gösterirler. Güneşin batışıyla nöbet değişir. Diğer hayvan türleri canlanmaya başlar, bitkiler dinlenme aşamasına girerler. 24 saatlik bir çevrimle tamamlanan hareketlilik ritimlerine günlük ritimler diyoruz.

Bedenlerimiz günlük aylık ve yıllık çevrimlerin her birine göre değişiklikler gösterir. Bu davranışlarımızı ve hislerimizi açıklamaya yarar. Mesele gündüz ilk olarak kuvvetli daha sonra hafif yemek yersek daha az kilo alırız. Çünkü insanlardaki metabolik hız genellikle uyandıktan hemen sonraki saatlerde en yüksektir. Bazı kişiler kendilerini sabah erken saatlerde daha canlı hissederler. Bu beden sıcaklığının çevrimiyle ilgili olabilir. Beden sıcaklığı yüksek olduğunda, daha çok enerjiye sahip görünürüz. Beden sıcaklığımız sabahları daha düşükse, henüz sabah ve yapılacak bir sürü iş olmasına rağmen kendimizi halsiz hissederiz.

Saatler işi bırakıp eve gitme zamanını gösterirken ani bir canlılık hissedebiliriz. Uykudayken bile içimizdeki saatler uykumuzu, rüya görme, derin uyku ve kıpırdanma çevrimlerine bölerek hala çalışmaktadır.

Doktor Mariana House Avusturya’da yaşamakta ve Amerika Birleşik Devletlerine oğlunu ziyarete gelmiş. Şu sıralarda Jetlag Sendromu yaşıyor. Çünkü onun günlük ritimleri Amerika’daki gündüz-gece çevrimiyle eş zamanlı değil. Doktor House nerde olursa olsun gündüzleri düzenli aralıklarla tansiyonunu ve ateşini kaydediyor. Bedeni yeni gece gündüz çevrimine uyum sağlarken tansiyonu birkaç gün düzensizlikler gösterecek. Bu onun biyolojik ritminin uğradığı değişikliklerin bir sonucu. Yapılan deneyler yeni bir saat dilimine tam olarak alışmanın birkaç günden birkaç haftaya kadar zaman aldığını gösteriyor.

İnsanlarda kendi iç saatleriyle kontrol edilen, kendi ritimleri ve kendi çevrimleri vardır. Bu nedenle hava yolu şirketleri mürettebatlarının fiziksel ve zihinsel sağlıklarını etkileyen biyolojik ritimlere büyük önem verirler. Her uçuşta yüzlerce insanın hayatından sorumlu oldukları için pilotların sağlıklarının mükemmel olması gerekiyor.

Vardiyalı çalışan kimselerinde biyolojik ritimleri değişikliğe uğrar. Bu da verimin düşmesine ve kaza yapma ihtimalinin yükselmesine yol açıyor. Doktorlar günün ve gecenin beklenmedik saatlerinde kendilerini acil durumlar içinde bulabilirler. Ve performansları da bundan etkilenebilir.

Bitkiler üzerine yapılan bir çalışmada yabani otların bitki öldüren ilaçlara karşı ilaçlamanın günün hangi saatinde yapıldığına bağlı olarak nasıl tepki gösterdiği araştırılıyor. Sonuçta görülüyor ki ilaçlanan bitkilerden bazıları günün belli saatlerinde diğer bitkilerden daha çok etkilenmekte. Tarla deneyleri de benzer sonuçlar veriyor. Bunlardan bitkilerdeki biyolojik devreler hakkındaki bilgilerin kullanılmasının daha çok mahsul almaya ve etkin çiftçilik yapılmasına yarayacağını anlıyoruz.

İnsan kanının laboratuvar analizleri doktorlara ilaç verme saatleri için karar vermelerinde yardımcı olabilecek ritimleri belirliyor. Akyuvar sayımı, hormon seviyeleri, mineral konsantrasyonu, pıhtılaşma hızı ve her hastanın kendi biyolojik ritmi için kan analizleri yapılıyor. Bu bilgiler doktorlara hastalarına kişisel ritimlerine göre tedavi uygulamada yardımcı olabilir.

İnsanlarda ve diğer organizmalarda iç ritimler üzerine yapılan araştırmalar pek çok yararlı uygulamayı ortaya çıkarmaktadır. İç saatlerin ve biyolojik ritimlerin araştırmasını yapan kronobiyoloji yeni bir bilim dalıdır. Bu bilim dalı biyolojik saatlerin hayati rolünün anlaşılmaya başlanması ile daha da önem kazanmıştır. Yaşamlarımız birbirine bağlı ritimlerin sürekli büyüyen ağları gibidir. Ana rahmine düşüşümüzden ölünceye kadar hepimiz saatlerin yönettiği canlılarız.